Tanışıyor muyuz?
“Şu pazarlık görüşmeleri vardı ya, hepsi göstermelikti” diyor, üstü çıplak sakallı bir genç adam. Boğazına kadar giyinik olanla karşılıklı oturmuş, sigara içiyorlar. Kıyafetler için yıllardır direnişteler ama üstlerine ne giyeceklerini bilmem nerdeki ev kadınını ilgilendirmediğini anlatıyor sakallı. “Bizi kandırdılar” diyor, “yalan söylediler”. “Eğer masanın üstüne bir koz koymazsam, sence bu yalancılar, dönekler, maymunlar benimle pazarlık yapar mı?”
Tanımış olanlar vardır. İngiliz hapishanesindeki İrlandalı tutuklulardan Bobby Sands, açlık grevi kararlarının gerekçesini görüşe gelen rahibe böyle anlatıyor. Son yılların en iyi ve en anlamlı filmlerinden Açlık’tan bir sahne. Pek uzun konuşmaların olduğu bir film değil ama derdini anlatmak için bu dakikalar süren diyaloğu kısmaya hiç çalışmamış. Başbakan izlememiştir, muhtemelen etrafındakiler de. İzleseler de... Neyse.
Can Dündar yazdı ya, Demir Leydi filmini Başbakan izlemiş midir, alnındaki “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” yazısını görmüş müdür diye. İzlememiş olmasından daha fenası, izlese “Biz çok iyiyiz, bak kadının haline” falan diyebilecek olması. Kendini tanımaması. Filmin Thatcher’a acıyan bir anlatısı var, İngiliz egemen sınıflarının cesur politikacılar bulamadıkları zamanlarda pis işlerini yapmayı üstlenen bir kadın olmasının üstünde duruyor. Ama onun kalın kafalılığından, kimsenin lafını dinlememesinden, “Onunla da pazarlık yapmam”, “Bununla da pazarlık yapmam”, “Halk yoksulsa bana mı yoksul” celallenmelerinden birileri ders çıkarır mı, belli olmaz. Ne de olsa, filme göre, yapılması gerekeni yapmış ve bu yüzden suçlanmış bir zavallı gibi. Hani, televizyonunda o filmi izleyen herkes “mağrur olma”yı gördüyse bile, “acaba izlemiş midir” takımı, olsa olsa bildiğini okumanın erdemi sonucuna varırdı.
Uzakta olanın konforu bir başkadır çünkü. Bobby Sands ne çok tanınır da, bizim buralılardan isim saymak zor iş. Uzaktakiyle üzülmek kolaydır, seni bağlayan bir durum olmadığı sürece. Ne Thatcher’ın politikaları sana dokunmuştur, ne İrlandalı özgürlükçülerin eylemleri. Sana sorumluluk yüklemez, en güzeli. Açlık’ta adi suçlular muamelesi görmeyi reddedip “Biz politik mahkumlarız” diyen İrlandalıların direnişiyle gözleri dolanlar, birkaç bin kilometre beriye gelene kadar gözlerini siliverir bazen. Hiç ağlamamış gibi bakar yüzünüze. “Tanışıyor muyuz” der belki. Bütün İrlanda filmlerinde pek içli ağlanır bizim buralarda. Barselona’nın gollerine en Katalan’dan daha çok sevinilir. Kürt deyince aynı hassasiyeti bekleyene allah sabır versin. O başka mesele çünkü. Bahanesi çok, sayması sürer. Ne alakası var, onlar hiç bir mi? Kürdü tanımak buralarda zor gelir. “Elalemin derdi” lafı tanınır ama, başkasının dilinden değil ki bu.
Bobby Sands, diyor filmin sonunda, açlık grevinin 66. gününde öldü. O sırada milletvekili seçildi. Açlık grevi yedi ay sonra bitti. 9 kişi daha ölmüştü, protestolar sırasında da 16 gardiyan. Devamında, İngiliz hükümeti mahkumların bütün taleplerini kabul etti ama resmen politik bir statüyü yine de tanımadı. Bir şeyi görmek, ona yakın olmak, onu tanımayı kolaylaştırsaymış keşke. Ama ne filmler için öyle, ne kulağının dibinde haykıranlar için. Uzaklığın mesafeyle hiç ilgisi yok aslında.
Kaç gün olduğunu bilmeyenin kulağı açık olsun. Bilip de yüz çevirene, yazıklar olsun. Burnunun ucundakini tanımayan, olursa iflah olsun.
Evrensel'i Takip Et