Barış gücenirse gelmezdi artık
Fotoğraf: Envato
AHİLLEUS ARTIK ÇILDIRMIŞTI
Bilindiği gibi savaşın dokuzuncu yılında, kendilerine çılgınca saldıran Yunanlı yarı-ölümsüz Ahilleus’tan kurtulmak için Troyalı askerler, surlardan içeri girip kapıları demirlediler.
Ne var ki komutanları prens Hektor dışarıda kaldı. Surların üstünde durumu izleyen babası Troya kralı ihtiyar Priyamos ve anası Hekabe de, surlardan içeri girmesi için bağıra bağıra yalvarıyorlardı ona. Ama Hektor, ne olursa olsun işgalci orduların komutanı Ahilleus’a barış önerecekti: “Gel artık savaşa son verelim“ diyecekti. “Savaşın nedeni buraya kaçıp gelen güzel Helena’ysa, onu geri vereceğiz… Gel, Troya’da neyimiz var neyimiz yoksa hepsini kardeşçe bölüşelim; bundan böyle de silahlara veda edelim!“ diye son sözünü söyleyecekti… Olmazsa haliyle teke tek vuruşmak zorunda kalacaktı!…
Ve ne yazık ki öyle de oldu; Hektor, azgın Ahilleus’un kılıcıyla son soluğunu verdi!..
Hatta Ahilleus, Hektor’u öldürmekle de hızını alamadı; kılıcıyla deldiği ayak topuklarından kayışlar geçirip arabasına bağladı. Surların çevresinde, başını yerlerde sürükleye sürükleye dolandırdı Hektor’un ölüsünü!. Savaşı izleyen tanrıça Afrodit, apar topar Kazdağları’ndan inip Hektor’un kan revan içindeki bedeni büsbütün güneşte kurumasın diye, zeytinyağlı kremler sürdü…
Bu arada Hektor’un güzel karısı soylu Andromahe’ye de, kimseler gidip bu acı haberi iletme gücünü bulamadı kendinde!
O GÜZEL BARIŞI NAKIŞLAYACAKTI
İşte o gün de bütün savaş günlerinde olduğu gibi, Hektor’un karısı Andromahe; bebeği Astyanaks’ı uyuttu. Ama dışa vurmak istemediği büyük bir huzursuzluk vardı içinde. Biraz zaman geçirmek için kumaşını, iğnesini yeniden aldı eline. Kumaşın sol üst köşesine, içinden coşup coşup gelen bir duygusunu nakışlamaya başladı. Bu desende kocası Hektor; yüzündeki bütün aydınlık ve sevecenlikle, bir elini havada sallaya sallaya evin avlusuna girecek ve bebeği Astyanaks’la kendisine çok güzel bir şeyin, bütün insanların içinde sessiz bir kor gibi uyuklayan bir şeyin muştusunu verecekti!.. Bu muştuyu düşününce her tarafı ürperdi Andromahe’nin... Evet, Hektor artık bir daha savaşa dönmemek üzere evine, çocuğunun karısının yanına geliyordu o gün!... Troya halkı da artık savaş yüzü görmeyecekti!... Yunanlılarla Troyalılar; iki kardeş halk olarak hep barış içinde yaşayacaklar, birbirlerine üretimleriyle de yardımcı olacaklardı!...
BELKİ BARIŞ GÜCENİR GELMEZDİ
Bu coşkulu duygularını sevinçle, aceleyle nakışlamaya başladı Andromahe... “Aceleyle”, çünkü bu sahneyi hemen nakışlamazsa, belki de barış gücenir, gelmeyebilir, diye düşünüyordu! Ne var ki o gün gerçekten Hektor’un eve geleceğini anımsadı birden!... Hemen ayağa fırladı. Bebeğini uyandırmamak için de sessiz adımlarla bir kazan su ısıtmaya gitti. Bu suyla savaşın bütün kirlerinden arınıp temizlenecekti kocası Hektor!... Ve ondan sonra da bütün anaların artık bebeklerinden ve de yarınlarından kaygılanmadığı günlük güneşlik günler ve bütün Akdenizli halkların o güzelim Altınçağı başlayacaktı...
İşte tam o anda surların olduğu yerden bir bağrışma, uzun bir çığlık püskürüp geldi Andromahe’nin kulaklarına! Eli ayağı titremeye başladı birden. Çok sevdiği kaynanası kraliçe Hekabe’nin sesine benziyordu bu çığlık!. Elindeki maşa düştü yere bir şangırtıyla. Hemen iki yardımcısı kızları çağırdı. “Kızlar, bahtsız kaynanamın çığlığı bu! Tanrım, yoksa bir bela mı geldi gene?... Bebeğe iyi bakın! Ben suralara doğru gidiyorum!...” deyip rüzgâr gibi püskürüp çıktı saraydan. Surlara vardığında her taraf ana-baba günüydü... Önündeki ilk kuleye tırmandı hemen; kuleden ovaya doğru bakınca, Hektor’un güzel başını, toz toprak içinde, yerlerde sürüklerken gördü Ahilleus’u!... Andromahe’nin gözlerini kapkara bir gece sardı aniden ve can verir gibi olduğu yere yığılıverdi!..
YAVRUMUZ ARTIK YETİM KALACAK
Bir süre sonra kendine gelir gibi olduğunda, başındaki şeritleri çözüp çözüp attı yere. Tacını attı. Sonra da safran yeşilinden portakal sarısına, rengârenk boyalı yaşmağını fırlatıp attı ötelere! Oysa tanrıça Afrodit’in armağanıydı bu yaşmak! Hektor’la evlenirken tanrıçanın onlara getirdiği bir sürü armağanın arasından çıkmıştı... Hemen görümceleri, eltileri tutup ayağa kaldırdılar sapsarı kesilmiş Andromahe’yi.... Biraz soluklanıp kendini toparlayınca da hıçkıra hıçkıra, sayıklar gibi; “İkimizin de yazgısını ne çok birbirine benzetti bu lanet savaş! “ diye dövünmeye başladı Andromahe. “Yalnız ikimizin değil; çocuklarımızın ve de bu savaşa giren bütün masum halkların yazgısını birleştirdi!... İşte sen de Hektor, toprağın altındaki Hades ülkesine gidiyorsun. Ben daha önce anamı babamı bu savaşta yitirmiştim; zaten yetimdim. Şimdi sen de dul bırakıyorsun beni!. Çocuğumuz Astyanaks’ı da yetim. Savaş bitse bile yavrumuz artık boynu bükük dolaşacak yarenlerinin yanında... Onun bunun eteğine yapışmaya çalışacak yetim kalan bütün çocuklar gibi... “
Daha böyle böyle ağıtlar dökerken, yakınları onu alıp götürmek istedi. Ama gitmek istemedi Andromahe... Ta ötelere, can yoldaşı Hektor’un tek başına, cansız yattığı yere doğru çevirdi gözlerini. “Hektor’um,” diye ağıtlar dökmeye başladı yeniden. “Anadan babadan ve bizlerden uzak, çırılçıplaksın orada, kan revan içindesin... Oysa ne çok tüy gibi hafif giysilerin var evde!... Şimdi gidip hepsini, Troyalı erkeklerin ve kadınların önünde ateşe vereceğim!...Bütün savaşlara ilençler yağdıracağım!...”
Tanrıça Atena’nın anlattığı yürek yakan yaşanmış savaş öyküleri, böyle böyle sürüp gidiyordu......
- Çocuğun kalemi 07 Nisan 2024 03:56
- Gagasındaki bir şiirle 31 Mart 2024 04:00
- Çeker gider yıldızlar 21 Ocak 2024 05:30
- Macar Ozan Illyes’ten bir şiir 29 Ekim 2023 03:08
- Bülbülün olsun şiir 03 Eylül 2023 03:30
- Adonis tıklatır camları 09 Temmuz 2023 03:34
- Kuşlar ve Mozart 21 Mayıs 2023 04:00
- Boyadığımız gökyüzü 12 Mart 2023 03:40
- Bunca güzel olmazdı 15 Ocak 2023 03:04
- Her sabah boyar dünyamızı 27 Kasım 2022 03:21
- Köpek ve hırsız 09 Ekim 2022 03:30
- Kurt ve turna 07 Ağustos 2022 02:55