24 Kasım 2012 10:25

Barış gücenirse gelmezdi artık

Barış gücenirse gelmezdi artık

Fotoğraf: Envato

Paylaş

AHİLLEUS ARTIK ÇILDIRMIŞTI

Bilindiği gibi savaşın dokuzuncu yılında, kendilerine çılgınca saldıran  Yunanlı yarı-ölümsüz Ahilleus’tan kurtulmak için Troyalı askerler, surlardan içeri girip kapıları demirlediler.
Ne var ki komutanları prens Hektor dışarıda kaldı. Surların üstünde durumu izleyen babası Troya kralı ihtiyar  Priyamos ve anası Hekabe de, surlardan içeri girmesi için bağıra bağıra yalvarıyorlardı ona. Ama Hektor, ne olursa olsun işgalci orduların komutanı Ahilleus’a barış önerecekti: “Gel artık savaşa son verelim“ diyecekti. “Savaşın nedeni buraya kaçıp gelen güzel Helena’ysa, onu geri vereceğiz… Gel, Troya’da neyimiz var neyimiz yoksa hepsini kardeşçe bölüşelim; bundan böyle de silahlara veda edelim!“ diye son sözünü söyleyecekti… Olmazsa haliyle teke tek vuruşmak zorunda kalacaktı!…
Ve ne yazık ki öyle de oldu; Hektor, azgın Ahilleus’un kılıcıyla son soluğunu verdi!..
Hatta Ahilleus, Hektor’u öldürmekle de hızını alamadı; kılıcıyla deldiği ayak topuklarından kayışlar geçirip arabasına bağladı. Surların çevresinde, başını yerlerde sürükleye sürükleye dolandırdı Hektor’un ölüsünü!. Savaşı izleyen tanrıça Afrodit, apar topar Kazdağları’ndan inip Hektor’un kan revan içindeki bedeni büsbütün güneşte kurumasın diye, zeytinyağlı kremler sürdü…
Bu arada Hektor’un güzel karısı soylu Andromahe’ye de, kimseler gidip bu acı haberi iletme gücünü bulamadı kendinde!

O GÜZEL BARIŞI NAKIŞLAYACAKTI

İşte o gün de bütün savaş günlerinde olduğu gibi, Hektor’un karısı Andromahe; bebeği Astyanaks’ı uyuttu. Ama dışa vurmak istemediği büyük bir huzursuzluk vardı içinde. Biraz zaman geçirmek için kumaşını, iğnesini yeniden aldı eline. Kumaşın sol üst köşesine, içinden coşup coşup gelen bir duygusunu nakışlamaya başladı. Bu desende kocası Hektor; yüzündeki bütün aydınlık ve sevecenlikle, bir elini havada sallaya sallaya evin avlusuna girecek ve bebeği Astyanaks’la kendisine çok güzel bir şeyin, bütün insanların içinde sessiz bir kor gibi uyuklayan bir şeyin muştusunu verecekti!.. Bu muştuyu düşününce her tarafı ürperdi Andromahe’nin... Evet, Hektor artık bir daha savaşa dönmemek üzere evine, çocuğunun karısının yanına geliyordu o gün!... Troya halkı da artık savaş yüzü görmeyecekti!... Yunanlılarla Troyalılar; iki kardeş halk olarak hep barış içinde yaşayacaklar, birbirlerine üretimleriyle de yardımcı olacaklardı!...

BELKİ BARIŞ GÜCENİR GELMEZDİ

Bu coşkulu duygularını sevinçle, aceleyle nakışlamaya başladı Andromahe... “Aceleyle”, çünkü bu sahneyi hemen nakışlamazsa, belki de barış gücenir, gelmeyebilir, diye düşünüyordu!  Ne var ki o gün gerçekten Hektor’un eve geleceğini anımsadı birden!... Hemen ayağa fırladı. Bebeğini uyandırmamak için de sessiz adımlarla bir kazan su ısıtmaya gitti. Bu suyla savaşın bütün kirlerinden arınıp temizlenecekti kocası Hektor!... Ve ondan sonra da bütün anaların artık bebeklerinden ve de yarınlarından kaygılanmadığı günlük güneşlik günler ve bütün Akdenizli halkların o güzelim Altınçağı başlayacaktı...
İşte tam o anda surların olduğu yerden bir bağrışma, uzun bir çığlık püskürüp geldi Andromahe’nin kulaklarına! Eli ayağı titremeye başladı birden. Çok sevdiği kaynanası kraliçe Hekabe’nin sesine benziyordu bu çığlık!. Elindeki maşa düştü yere bir şangırtıyla. Hemen iki yardımcısı kızları çağırdı. “Kızlar, bahtsız kaynanamın çığlığı bu!  Tanrım, yoksa bir bela mı geldi gene?... Bebeğe iyi bakın! Ben suralara doğru gidiyorum!...” deyip rüzgâr gibi püskürüp çıktı saraydan. Surlara vardığında her taraf ana-baba günüydü... Önündeki ilk kuleye tırmandı hemen; kuleden ovaya doğru bakınca, Hektor’un güzel başını, toz toprak içinde, yerlerde sürüklerken gördü Ahilleus’u!... Andromahe’nin gözlerini kapkara bir gece sardı aniden ve can verir gibi olduğu yere yığılıverdi!..

YAVRUMUZ ARTIK YETİM KALACAK

Bir süre sonra kendine gelir gibi olduğunda, başındaki şeritleri çözüp çözüp attı yere. Tacını attı. Sonra da safran yeşilinden portakal sarısına, rengârenk boyalı yaşmağını fırlatıp attı ötelere! Oysa tanrıça Afrodit’in armağanıydı bu yaşmak! Hektor’la evlenirken tanrıçanın onlara getirdiği bir sürü armağanın arasından çıkmıştı... Hemen görümceleri, eltileri tutup ayağa kaldırdılar sapsarı kesilmiş Andromahe’yi.... Biraz soluklanıp kendini toparlayınca da hıçkıra hıçkıra, sayıklar gibi; “İkimizin de yazgısını ne çok birbirine benzetti bu lanet savaş! “ diye dövünmeye başladı Andromahe.  “Yalnız ikimizin değil; çocuklarımızın ve de bu savaşa giren bütün masum halkların yazgısını birleştirdi!... İşte sen de Hektor, toprağın altındaki Hades ülkesine gidiyorsun. Ben daha önce anamı babamı bu savaşta yitirmiştim; zaten yetimdim. Şimdi sen de dul bırakıyorsun beni!. Çocuğumuz Astyanaks’ı da yetim. Savaş bitse bile yavrumuz artık boynu bükük dolaşacak yarenlerinin yanında... Onun bunun eteğine yapışmaya çalışacak yetim kalan bütün çocuklar gibi... “
Daha böyle böyle ağıtlar dökerken, yakınları onu alıp götürmek istedi. Ama gitmek istemedi Andromahe... Ta ötelere, can yoldaşı Hektor’un tek başına, cansız yattığı yere doğru çevirdi gözlerini. “Hektor’um,” diye ağıtlar dökmeye başladı yeniden. “Anadan babadan ve bizlerden uzak, çırılçıplaksın orada, kan revan içindesin... Oysa ne çok tüy gibi hafif giysilerin var evde!... Şimdi gidip hepsini, Troyalı erkeklerin ve kadınların önünde ateşe vereceğim!...Bütün savaşlara ilençler yağdıracağım!...”
Tanrıça Atena’nın anlattığı yürek yakan yaşanmış savaş öyküleri, böyle böyle sürüp gidiyordu......

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa