26 Kasım 2012 10:27

Hoşaf

Hoşaf

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Duyarlıkları törpülenmiş bir topluma dönüştürüyorlar bizi. Kendimizi ifade ettiğimiz, kişiliklerimizle örtüştürdüğümüz dilimizden sözcükleri çalıyorlar. Ellerinden gelse insanların anadillerini yasakladıkları gibi sevgi, kardeşlik, eşitlik, hak, hukuk, paylaşmak, özveri benzeri sözcüklere de yasak getirecekler. Yerine de yazma ve konuşma diline post modern bir üslup kazandıracak yeni sözcükler türetecekler. Ülke imajına uygun ciddi. sert, yedi düvele meydan okuyan, korkusuz şoven bir dil. İnsanı, insan değerini, farklılıkları yaşamdan öteleyen bir dil. Düşünceyi zenginleştiren değil, yoksullaştıran ezberi temel alan bir dil. İçinde ötekiye nefreti barındıran, erkek egemenliğinden ödün vermeyen kirli savaşları barışa yeğleyen, kısaca “Şu Bizim Medya”nın hiç de yabancısı olmadığı bir dil. Böylece günde üç beş kez değişen ülke gündeminden kafası karışık yurttaşlar, doğruları öğrenebilme hakkından yoksun kalsalar da yeni medya jargonu sayesinde ne kadar ileri bir demokraside yaşadıklarını anlayıp mutlu olacaklar.

Sonbahar içeride siyasi çekişmelerle, dış politikada her gün biraz daha derinleşen siyasi krizlerle geçti. Dar gelirliler, emek insanları birbirini izleyen zamların olumsuz etkilerini çarşıda, pazarda, evde daha yakından duyumsamaya başladılar. İktidara bakarsanız ekonomik göstergeler harika. Ancak iktisadi  göstergelerin de dikkate alınarak hazırlandığı bilinen ‘ kaliteli yaşam standartlarında ‘Türkiye’nin neden Venezüella’nın da aklında 51. sırada yer aldığını  açıklamak da yine İktidara düşüyor herhalde. Evren ve Şahinkaya’nın yargılanma sürecini ülke demokrasisinin zaferi diye muştulamaya kalkışan ana akım medya ve kimi yazarlar,12 Eylül ruhunun yasalarla, polisiye uygulamalarla örtülü örtüsüz sansürle sürdüğünü görmezden geliyorlar. Cezaevlerinde çile dolduran gazetecileri konu etmekten kaçınıyorlar. Faili meçhuller üzerine bugüne dek somut bir adım atılmadığını bile bile susuyorlar. Açlık grevleri boyunca da sessizliklerini korudukları gibi. İktidarla ters düşmekten, çıkar ilişkilerini yitirmekten ödleri kopuyor.  24 Kasım Cumartesi günü Galatasaray’da toplanarak kayıplarını arayan Anne ve babalara, kayıp yakınlarına yurttaşların ilgisizliği de ilginç. Var olduğu sıkça yinelenen ileri demokrasiye rağmen 12 Eylül darbesinin toplumda yarattığı travma ve korku ikliminin, aradan geçen 30 yılda farklılık göstermemesi sosyal bilimcilerin masaya yatıracağı bir konu olmalı. Bireyler neden hala bu denli edilgin. Ve suskun. Kendi canları yanmadıkça başkasının acıları hiç mi hiç ilgilendirmiyor onları.  Empati yapmak şöyle dursun bakmıyor görmüyorlar. O kayıp anneleri ki tam 400. kez umutla kayıplarının fotoğrafları ellerinde Galatasaray’a çıkıyorlar. Kararlılıkla seslerini devlet katına, siyasetçilere duyurmaya çalışıyorlar. Acılarını yüreklerine gömerek ama asla umutlarını yitirmeden.                     

Şairin dediği gibi umutsuzluk bize yasak, Barışın, sevginin, eşitliğin insanın insana kul olmadığı bir düzenin geleceğine olan inancımızı yitirmedik hiç. Gelecek güzel günlere olan kuvvetli umudumuzu da… Şair demişken Edip Cansever’in erken şiir döneminden sevdiğim dizeleriyle sonlayayım istiyorum yazımı.
 
     Hoşaf
     Sen insansın hoşaftan anlarsın
     Biz de anlarız.
     Ama sen üstün insansın yerin şurada
     Bu hoşaf yalnız senin sofranda
     Topluma su koyuvermek  hoşafın işi
     Senin o taraklarda bezin yok
     Toplumla sağduyuyla işin yok
     Tarihle mantıkla cebirle
     Yok işin
     Bu gidiş yalnız senin gidişin
     Bu duruş benim değil senin duruşun
     Bu yaşayış senin babanın yaşayışı
 
     Düşün bir neydin ne oldun
     Soyluyum dedin bizi yenlerimize baktırdın
     Çalışın dedin bütün gün çalışmıştık
     Yürüyün dedin yürümek değildi de neydi bu
     Yüzüne baktık aldanmışız
     Sen kiiiim
     Hoşaftan anlamak kim

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa