Sendikacılık tartışması
Özgür Müftüoğlu, 23 Kasım tarihli köşe yazısında (Sendikalaşma çabaları artıyor!) Türkiye’deki sendikalaşma eğilimleri, tarihsel olarak sendikaların temsiliyet güçlerinin zayıflamasının nedenleri ve bir sınıf bileşeni olarak “beyaz yaka”lıların sendikalaşma çabaları üzerinde duruyor. Yazıda özellikle kapitalist üretim sisteminin uluslararası yeniden yapılanma süreci ve bu sürecin işçi sendikaları üzerindeki olumsuz etkilerine vurgu yapılması önemli.
Müftüoğlu yazısını şöyle bitiriyor: “Bundan sonra gereken yaka rengi (mavi ya da beyaz) ya da toplumsal işbölümü içindeki yeri ne olursa olsun, kendisini sınıfın içinde gören ve mücadele için sınıfın araçlarını kullanmayı seçen herkesin mücadelesinin ortaklaşması gerekir”. Açıkçası kulağa hoş geliyor!
Ancak, konuyu biraz genişleterek tartışmanın yararlı olacağını düşünüyorum.
Şimdi, diyelim ki öğrenciyiz ve bir öğrenci kulübü kurduk. Adına da: Evrendeki Tüm Öğrencilerin Tek Kulübü ismini verdik. Şimdi biz bu ismi verince gerçekten evrendeki tek öğrenci kulübü bizim kulüp mü olacak?
Yani, biz herkes bir yere toplansın dediğimizde gerçekten herkes bir yere mi toplanacak? Ya da meselenin çözümü “kendine sınıfa dahilim(!)” diyen herkesin bir sendikaya kayıtlı olması mı? Mavi yaka-beyaz yaka meselesini bırakalım; işçi sendikaları içerisinde işçiler sendika değiştirmek istediğinde bile –Türk Metal örneğinde olduğu gibi- nasıl bir zorbalıkla karşı karşıya kaldıkları ortada.
Bu meselenin “teknik” boyutu diye düşünebilirsiniz.
O halde öze dönelim.
Dünya genelinde, kapitalist üretimin parçalı yapısı ve güvencesizliğin yaygınlaşmasına paralel olarak hızlı bir biçimde sınıf sendikacılığından uzaklaşıldığını ve yeni tip örgütlenme biçimlerinin denendiğini görüyoruz. Bunlardan en tipik olanı Toplumsal Hareket Sendikacılığı. Özellikle Kuzey ve Güney Amerika ile bazı merkez Avrupa ülkelerinde böylesi bir “revizyonun” çok taraftarı var. Elbette konunun Türkiye’de de fazlaca destekçisi var.
Bu tartışmalar bir süre sonra, artık yeni üretim biçimleriyle birlikte sınıf sendikacılığının tarihsel misyonunu tamamladığı ve yerini “ülke meselelerine de değinen” anti-kapitalist mücadele üzerine odaklı sendikalara(?) bırakması gerektiği sonucuna bağlanıyor.
Şimdi soralım kendimize: Sınıf sendikacılığı “işçicilik” mi yapmak demektir? Elbette değil. Sınıf sendikacılığı; toplumun dönüştürücü yegane gücünün işçi sınıfı olduğu bilinciyle ve sadece ekonomik mücadele yöntemleriyle değil, aynı zamanda ve daha önemli olarak sınıfın günlük politik mücadelesi için de temel bir araç olarak örgütlenir. İşçi sendikaları bugün ne kadar sınıf sendikasıdır? Ne tür zaafları vardır? Bu zaaflar nasıl giderilebilir? Bunların tartışılması sürece daha fazla katkıda bulunur.
İşçi sınıfı nedir? Sınıf nedir? Emekçiler nedir? İşsizler nedir? soruları ise cevabı değişmeyecek ve ancak aralarındaki bağlantılar dönemsel olarak kuvvetlenip zayıflayabilecek türden sorulardır.
Doğrudur, bugün düne nazaran hizmet emeği daha fazla yaygınlaşmaktadır. Ayrıca hizmet emeği içerisinde yer alan kesimler hızla proleterleşmektedir: Enformasyon teknolojisi çalışanları, mühendisler, öğretmenler, sağlıkçılar gibi. Ancak, bir mühendisin proleterleşmiş (işçileşmiş) olması onu işçi yapmaz ya da sınıf sendikasının anahtarını ona teslim etmeyi gerektirmez.
Elbette işçi sınıfı emekçi kesimlerle yanyana yürüyecektir. Ancak, gündelik “iş kökenli” problemlerin salt anti-kapitalist mücadele ile aşılamayacağı, esas sorunun sınıf mücadelesinin güçlenmesi sorunu olduğu ve bunun da temel itici gücünün “kendini yakın hissedenler” değil, bizatihi işçi sınıfının kendisi olduğunu sürekli hatılamak gerekir.
Konuyu, sizin de katkılarınızla verimli bir tartışmaya dönüştürebileceğimize inanıyorum...
Evrensel'i Takip Et