27 Kasım 2012 10:38

Muhbir de savcı da yargıç da o!

Muhbir de savcı da yargıç da o!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarıyla ilgili olarak daha önce, “Savcılara da direktif verdik yargı da gereğini yapacak” diyen Erdoğan bir adım daha attı. Erdoğan önceki gün İspanya’ya giderken, BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin olarak, “Fezleke Meclise gelirse alışılmışın dışında karar vereceğiz. Dokunulmazlık zırhına bürünen bu zevatla ilgili kararımızı, dokunulmazlıklarını kaldırmak suretiyle vereceğiz. Ondan sonrası artık yargıya aittir” dedi. Ve dün de BDP’li 10 vekilin dokunulmazlığının kaldırılması için fezlekelerin Meclise gönderildiği açıklandı.
Yani önce BDP’li vekillerin dokunulmazlığının kaldırılması için meydanlardan suç duyuruları yap, yargıyı hareket geçir, şimdi de Meclis adına, daha fezlekede ne dendiğine bile bakmadan dokunulmazlıkları kaldıracağını ilan et! Sonra da zevahiri kurtarmak için olacak, “Ondan sonrası yargıya aittir” de.
Ülkenin Başbakanının böyle yargıyı doğrudan harekete geçirecek açıklamalar yapması, elbette az çok bağımsız yargının olduğu, hükümetin yargıya müdahalelerden kaçındığı her ülkede bir hukuk skandalıdır! Ama Türkiye’nin içinden geçtiği sürece bakıldığında bu aynı zamanda Türkiye’de iç çatışmalara, ülkenin bölünmesine giden yola davetiye çıkarma anlamına gelmektedir. Burada şu açıktır ki, BDP’li vekillerin dokunulmazlığını kaldırmak örneğin aynı sayıda MHP ya da CHP’li vekilin dokunulmazlığını kaldırmakla aynı sonucu doğurmaz. Çünkü BDP’li vekillerin dokunulmazlığını kaldırmak demek zaten gergin olan Türk-Kürt ayrışmasını, daha fazla germek, gerilimi kopma aşamasına doğru taşımak demektir. Bunu anlamak için ne derin stratejist olmaya ne de Başbakan olmaya gerek yoktur. Ama, Türkiye Cumhuriyetini yönetenler bütün gerçeklere göz kapayarak; kendi parti çıkarlarını, ideolojik-politik hesaplarını, kişisel hırslarını ülke çıkarlarının, barış ve demokrasi taleplerinin önüne koyarak, bir “kıyamete” doğru at sürmektedirler.
Bu, muhbir, savcı ve yargıç olma tutumu sanat ve kültür alanında da bütün hoyratlığı ile sürmektedir.
Yakın geçmişte Kars’taki İnsanlık Anıtı’nı “Böyle sanat eseri olamaz. Bu ucubedir!” diye yine meydanlardan ilan ederek başlattığı linç kampanyasıyla heykeli parçalatan Başbakan şimdi de Kanuni Sultan Süleyman döneminden esinlenen bir TV dizisi olan “Muhteşem Yüzyıl”a karşı hem muhbir, hem savcı, hem de yargıç olarak harekete geçmiştir. Başbakan “Böyle Kanuni Sultan Süleyman dizisi olmaz. Bu bizim ecdadımız değildir. Buradan suç duyurusunda bulunuyorum” diyerek diziye karşı bir linç kampanyasını başlatmıştır. Aslında “Suç duyurusu yapıyorum” derken Başbakan iddianamenin nasıl hazırlanacağını, verilecek kararın doğrultusunu da belirlemektedir.  
Ve yandaş basının Başbakanın çağrısı doğrultusunda hevesle “ecdadımız” propagandasını yoğunlaştıracağını biliyoruz.
Başbakanın söyleminden güç alan AKP sözcülerinin, RTÜK’ün, yetmezse savcıların ve tabii bu ortamdan yaralanacak provokatif odakların ortaya çıkarak durumdan vazife çıkarması (set basma, oyuncu ve senaristlere tehdit vb.) da kaçınılmaz olacaktır.
Elbette bu durum, bilim, sanat ve kültür dünyamızın nasıl bir baskı altında olduğunun çok açık göstergesidir.
AKP iktidarının “muhafazakar toplum oluşturma” ve “dindar nesiller yetiştirme” stratejisinin bir ifadesi olan bu tutumların, ülkeyi adım adım hapishaneye dönüştüren adımlarının devamı olan “dokunulmazlıkları kaldırma” girişiminin bir madalyonun iki yüzü gibi kardeş olduğunu apaçık görüyoruz.
Ne yazık ki Başbakan, hükümet ve AKP’nin girdiği yola bakınca; onların muhbirin, savcının ve yargıcın kendileri olduğu bir Türkiye yaratmayı amaçlayan girişimlerinin sadece kendilerini değil (öyle olsa umursamazdık) ülkeyi de bir “kıyamete” doğru sürüklediği her gün daha açık biçimde görülüyor.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa