29 Kasım 2012 12:57

Ağzı ayrı kendi ayrı

Ağzı ayrı kendi ayrı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cem Yılmaz ilk bilim kurgu filmi G.O.R.A. filminin adını büfelerde satılan yaratıcı isimli yiyeceklerden goralı sandviçten esinlenerek koyduğunu anlatıyor. Devam filmi A.R.O.G’un adında ise, karakterlerinin küstahlığının altını çizmek için İngilizce kibirli, küstah, kendini beğenmiş anlamlarındaki “arrogant”tan yola çıkmış, tabii ilk filmin harflerinin tersine çevirmiş olmasındaki espriyi ayrıca açıklamasına gerek duymamış. Şimdi bu dört harfin 22 kombinasyonu daha var ya, her biri bilim kurgu filmi adı olmaz tabii. Bir de Argo olmuş meğer.
Aslında yaşanmış olaylara dayanıyor olmasa o kadar da ilginç olmayabilecek bir öyküden söz ediyoruz. İran’da rehin alınan Amerikalılar üstüne bir olay bu, devrimden sonra 1979-1980’deki meşhur rehine krizi. İran şahı ABD’ye kaçınca, bir grup öğrencinin Tahran’daki Amerikan büyükelçiliğini basıp çalışanları rehin alması, tam 444 gün süren ve Amerikalılar içinde İran düşmanlığını yerleştirmek için çokça kurcalanan bir hadiseydi. Bu arada, filmde olmayan bir ayrıntı da, Ahmedinecad’ın konsolosluk baskını ile ilişkili olduğuna dair çeşitli iddiaların olması. Genel olarak olay, ABD açısından diplomatik bir başarısızlık olarak bilinir, umursamazlık değilse. Filmin sürprizini öğrenmek istemeyen okurlar için denecekler buraya kadar, çünkü hadiseyi açık etmeden filmi konuşmak olmayacak. Yıllarca gizli kalmış bir CIA operasyonu, isteyen için biraz daha gizli kalmaya devam edebilir.
Operasyon Argo, bunun yıllar sonra açıklanan CIA belgelerine dayanan ve o kadar da başarısız olunmadığını söyleyerek zevahiri kurtarmaya çalışan bir ek. Ona göre, baskın sırasında kaçıp Kanada büyükelçisine sığınan altı elçilik çalışanı, enteresan bir operasyonla kurtarılmış. Düşünüp taşınıp bir çare bulamayınca o tarihlerde oralarda Kuzey Amerikalıların gezinmesi için en akla yatkın neden, bir film çekmeye hazırlanmaları olur demişler. Argo, bir Cem Yılmaz filmi değil ama yine de bir bilim kurgu filmiymiş ve bu Kanada pasaportlu diplomatlar filmin sözde mekanlarına bakıyormuşçasına ülkeden çıkmaya çalışmış.
Filmin girişiyle anlattığı olayların örgüsü birbiriyle örtüşüyor, ilk bakışta. Başta, yönetmen Ben Affleck ABD’nin İran politikasını onaylamadığını o kadar açıkça belli ediyor ki, içinden Hollywood geçen bir Hollywood filminde bu kadar hassas bir konuda bu kadar açık bir eleştirinin varlığı basbayağı şok edici. Musaddık döneminin halkçı politikalarına övgüler, onun devirenin bizzat emperyalizm olması, yerine getirdikleri Şah Pehlevi’nin demokrasi düşmanlığı, halkın onu devirmesi gibi konularda yazılara eşlik eden belgesel görüntüler ilk dakikalarda heyecan yaratmayı başarıyor. İran hükümetine sorsan o kadar tatlı tatlı anlatamaz. Sonra da film başlıyor, bir bakıyoruz senaryo bildik: İranlılar kötü adam, laftan anlamaz, hödük, Amerikalılar mağdur, eğitimli, fedakar! Hayda, ağzından çıkan sözle, akan görüntüyle anlattığı hikaye arasında bir alaka var mı acaba? Aykırı ajan da üstündeki bürokratların dar kafalılığına rağmen bireysel sorumluluğunu üstlenip kahramanlığını yaptı mıydı, manzara tamam. Aralara sıkıştırılmış “- Şahı neden vermiyoruz? Biz her hıyarı koruyacak mıyız? - Sadece bizden yana olan hıyarları koruyacağız.” türünden diyaloglarla verilen mesaj gerçekten işe yarar mı? Hayır, ağzı ayrı eli kolu ayrı oynayanlarla aynı kefeye konmamak için tutarlılık beklemek çok değil herhalde.
Bu ikili mesaj halini akılda tutarak, adım adım yükselen başarılı bir gerilim vaat ediyor bir yandan film. John Goodman ile Alan Arkin’in sürekli şehirle dalga geçen Hollywood gediklileri ikilisi de filmin eğlencesi.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa