Nizamiyenin ardı
“Komutanların dövmesine alıştık abi artık ona bişe dediğim yok. Ama üst devremizin yaptıklarına artık katlanamıyoruz. Abi 20 yaşındayım, evliyim, eşimi anamı babamı bırakıp askere geldim. Allah cehennemi bize burda yaşatıyo. Şu dünyada intihar edicek en son kişiydim. Beni kaç kere intiharın eşiğine getirdiler. (...)Abi elini uzat ne olursun. Bir gün yenik düşüp intihar etmekten korkuyorum.” (askerhaklari.com)
Bu cümlelerle yazılmış kaç mektup vardır acaba? Kaç yazılamamış mektup...
Günlerdir konuşuyoruz; yüzlerce asker intiharı... Rakamlara yansımamış duygusal sakatlanmalar...
“Askere gelmeden önce yaşama sevinci olan bir insandım, artık içimde ne askerlik, ne de vatan sevgisi kaldı. Bütün psikolojim alt üst oldu. Geceleri uyuyamıyorum. Vücuduma titremeler geliyor. Arkadaşlarımın söylediğine göre bazen de kendi kendime konuştuğum oluyormuş.” (askerhaklari.com)
Oysa durum, korkulacak kadar değilmiş... Hatta son 10 yılda yarı yarıya azalmış bile... Genelkurmay’a göre; 2002’de yüzbin askerden 32’si intihar ediyormuş; 2011’de yüzbinde 15’e düşmüş oran... Türkiye “normalleri” seviyesindeymiş işte; intihar, sivil hayattan kışlaya taşınıyormuş sadece. Oysa, rakamlar başka söylüyor. Türkiye İstatistik Kurumu rakamlarına göre, 1977-2009 yılları arası intihar oranı yüzbinde 2.28; 2011’de yüzbinde 3.62... Bu haliyle bile, 5 kat fark var arada.
“Bitse de gitsek diyoruz ama böyle de gitmiyor. Allah rızası için elinizi uzatın bize. Bizim anamız, babamız, sevdiğimiz var. Biz askerliği yakmak istemiyoruz.” (askerhaklari.com)
“Sivil hayat”a bu özlem neden öyleyse? Bir an önce kurtulma isteği? AKP Milletvekili İhsan Şener, TBMM İnsan Hakları Komisyonu toplantısında soruyor: “Askerliği sona eren kaç kişi yeniden askerlik yapmak ister?”. Yanıtı çok belli.
Genelkurmay; nedense, “şehit sayısı” ile “intihar eden asker” sayılarını da koymuş açıklamasına... Son üç yılın rakamlarıyla; “şehit sayısı”nın 323, intihar sayısının 230.. “Ne mutlu, daha fazla şehit vermişiz” diye sevinecek miyiz şimdi?
Kağıt üzerinde her şeyin güzel olduğu bir ülke bizimki. Genelkurmay anlatıyor; merkezler, rehabilitasyon, rakamlar, önlemler... Şiddetin nasıl cezalandırıldığı...
Peki ya hayatın gerçeği?
MAZLUM-DER, intihar eden askerlerin yüzde 90’ının Kürt olduğunu iddia ediyor. Bilemiyoruz; çünkü hiçbir araştırmada, hiçbir raporda bu yazılmıyor.
Genelkurmay da vermiyor, böyle bilgileri... TÜİK’in intihar istatistiklerinde zaten “asker” sözcüğü bile geçmiyor.
Geriye, askerlerin anlatılmaları kalıyor, raporlara yansıyan: “Sonra öğlene kadar mıcırları sayıyorduk yerdeki. Ne alaka ise. Bir arkadaşımız ‘bu mıcırları sayınca ne yapacaksınız’ diye sordu diye 10 dakika boyunca dayak yedi. “Sana mı sorucaz lan gavur, hepiniz vatan hainisiniz’ diyorlardı...”
Peki ne kaldı geriye; günlerdir söylenen sözlerden? Bütün kanallarda uzun uzun süren tartışmalardan, raporlardan, açıklamalardan, komisyon tutanaklarından? Ne kaldı?
Sorular, sorular...
Ve tüm bu intiharların, şiddetin 30 yıldır süren çatışmalarla hiç mi ilgisi yok? “Peygamber ocağı” diyerek, “en büyük asker” haykırışları ile gidilen kışlaların nizamiyelerinin ardında gerçekte neler olduğunu öğrenebildik mi?
Başka açıdan soralım; hiçbir bilgi, bulgu, açıklamaya hacet bırakmayacak biçimde; memleket nüfusunun “erkek” ve “sağlam” olan yarısı bilmiyor mu zaten?
O herkesin bildiği, ama en yakınına bile anlatmadığı gerçeklerden birini konuşuyoruzdur belki de...
Nizamiyenin içi ile dışı arasında ince bir tahtadan başka ne var ki?
Evrensel'i Takip Et