Erdal
Fotoğraf: Envato
***
Ekmek, konuşmak ve sevmek kana belendiğinde doğurur mazlumlar kendi ateş kuşlarını…
Boyun eğmezliktir tutundukları, güçsüzlükten güç yaratma gücüdür…
Susmak, beklemek, yakarmak egemenlerin silahına eklendiği zaman harfler, yumruklar, renkler, nesneler ve iradeyle, sözcüklerle ve öfkeyle silahlanır akılları…
Sadece, tapılası ve yıkıma uğratılan bu gezegende var olabilir onlar; Can Yücel’in deyişiyle “ne öbür, ne dübür dünya” vardır onlar için, kızıl etlerinde isyanların tarihi, yarası ve cevheriyle burada, bizim taraftadır...
***
Kentlerin meydanlarında, sanayi binalarının ağır, uzun gölgeleri arasında, derme çatma düşüncelerin, sonsuza uzanan caddelerin, rıhtımların, eğri büğrü sokakların, okul sıralarının, laboratuarların bağrında doğrarlar.
Korkuların, duaların, gönüllü kullukların, çocukça ya da yiğitçe düşlerin içinde büyürler.
Şaltere, kitaba, taşa, adalete, ekmeğe uzanan eller yaratır onları…
Mekânları ezilen sınıfların kalbi, şah damarıdır; mekânları, tutsak ve horlanan halkların dağlarıdır…
Ve açarak elleriyle havayı iki yana gösterişsiz ama ölçüye gelmez bir inatla “bir şey daha var”, derler, “insanca yaşanacak bir dünya olanaklıdır…”
Derler ki:
“Çıkın ışığa, buluşabilenler, sevindirebilenler, değiştirebilenler.”
***
Egemenlerin umut bağladığı baskıyı alaşağı etmek, dayattığı yaşam koşullarını bozmak, reddetmek onun sunduğu sunacağı bütün nimetleri; sömürenin gölgesine yaslanmamak, sarınmamak onun imanına, yoluna …
Ve diktatörlüklerin karşısında daha ileri olanın gücünü, cesaretini seçmek... Öyle yaşamak ve öyle ölebilmek...
Budur gittikleri her yere taşıdıkları…
***
Sinan Suner ve Erdal Eren...
Kaderleri birbirine bağlanarak anılan bu insanları anlatabilmek için sözcükler seçmek nasıl ağır, nasıl güç...
Bilmiyorum... İnsan, yoldaşları için yazdığında içeriden boşalan o selin, keder ve kıvanç ışınlarının birbiriyle çarpışıp durmasının önünü kesmek çok kolay olmuyor.
Sinan’ı sonra anlatacağım. Bugün, Erdal için yazacağım.
***
Erdal Eren’in idam edilmesinin üzerinden geçen bunca zaman onun anısını soldurmak bir yana, adını ve serüvenini öğrenen herkesin içinde bir kat daha büyütebiliyorsa, başta onun yoldaşlarının, bu büyünün, sahiplenmenin niteliklerini daha yükseğe, daha ileri götürmekle yükümlü olduğunu söylemek bile gereksiz.
Ama söylenmesi gerekenler var. Çünkü yoldaşlarımızın yaşamından öğrenebilmek için çok daha yüksek bir özene gereksinmemiz var.
***
Erdal Eren’in adının geçtiği hemen her yerde ilk vurgu onun idam cezası aldığı zamanki yaşına yapılıyor:
“17 yaşında bir çocuğu asan 12 eylül.”
Bu vurgu elbette iyilik, masumluk, şefkat yüklü ve katillere öfkeyi içeriyor... İnsanların vicdanında bir sızı da yaratabiliyor.
Ama bu vurgu yanılgılarla dolu.
Bu söylem, Erdal Eren’in yaşarken yeryüzüne armağan ettiği komünistçe davranışlar bütününü gölgeleyen, romantikçe bir yanılgıdan ötesini vermiyor kimseye.
İyimser bir romantizmle bezenmiş yanılgıların, öteki yanılgı türlerinden daha az zararlı olduğunu kim söyleyebilir?
“17 yaşında, sakalı çıkmamış bir çocuk...”
Tanrım!
Nasıl da acı verici bir cümle...
***
Erdal Eren’e ilişkin söylenmesi gerekenleri, elimden geldiğince yazacağım. Ama önce genç bilim insanlarına bir önerim olacak:
Erdal Eren’in, yaşamı, davranışları; başına gelen her şeyi anlama ve yansıtma biçimi, karşıtlarıyla savaşımı, kendi dünya görüşünün olanaklarını, zekasıyla inceltme yöntemleri, sükunetli atılganlığı, kapitalist bir düzenin karşıtı olmanın ötesini, o kadar kısıtlı zamanlarda rafine ederek söyleme biçimi, bilimsel incelmenin/ incelmelerin konusu olmalıdır..
Bu işe girişecek olan bilim insanlarının yapabileceği tek şey taraf tutmamaktır.
***
“17 yaş!”
Bu sözcüğe öncelik verilmesinin komünistlerin ağırına gitmesi gereken yanı, bir acımayı da içermesidir...
Oysa, Erdal böyle anılıp anlatılmayı hak etmemektedir. Erdal’ın o hakikaten kısa, ama bir o kadar olağanüstü yaşamının bize ilettiği cevheri bu duygunun gölgesinde özümseyip öğrenemeyiz.
Yaşından ötürü acınarak, vicdanları yaralayan birinden değil, diktatörlüğün eline geçmeden önce de, diktatörlüğün eline geçtikten sonra da her anı ve davranışıyla, adanmış bir komünistin yüksek tevazusunu, dikbaşlılığını, basiretini, onurunu ve görgüsünü yeryüzüne bir kez daha verebilmiş bir insandan söz ediyoruz.
***
12 Eylül Erdal Eren’i yargılayamamıştır. 12 Eylül’ün mahkeme heyetleri Erdal’ın o harkulade dirayeti, mantığı, komünist hümanizmi karşısında böcekleştiği için çileden çıkmıştır.
Bu nedenledir ki, idam kararını verip kalemi kıran o yaratıklar, aynı mahkemede Erdal Eren’i bir de tekme tokat dövmüştür. Onların bu aşağılık, kindar tavrına yol açan şey; o “sakalı bile çıkmamış çocuğun” verdiği dersten başka ne olabilir ki?
***
Erdal Eren bir dünya görüşünü bütün zerafeti, sadeliği, dikkati, yiğitliğiyle temsil ettiği için anısı zamana dayanabiliyor. Erdal, emekçilerin, ezilen halkların safında mücadele edenlere, her komünist birey, bulunduğu her yerde, savunduğu düşüncenin temsilcisidir, demiştir. Yıllarca hücrede kalsa da, dünyanın en büyük kalabalığının karşısında konuşsa da, dar ağacının önüne dikilse de bu gerçeklik değişmemelidir, demiştir...
“17 yaş!”
Yaşı 18 olsaydı ne olacaktı; 16 olsaydı ne değişecekti?
***
“12 Eylülcülerin yargılandığı” uyduruk mahkemede, cuntanın başı olan herife, fotoğrafını göstererek Erdal’ı sordular:
“-tanıyor musunuz bu genci?”
“- ....”
Oysa tanıyor yeryüzü ikisini de, biri halkların katilidir.
Erdal ölümle bile öldürülemeyendir!
Işıktır düşse bile, ölmez, kirlenmez...
- Kıtlığı gösteren bolluk 15 Haziran 2013 05:47
- Hukuk 26 Ocak 2013 14:22
- Nefret söylemi bir anlık gaf mıdır? 12 Ocak 2013 08:39
- Boşluk (=Barış) 05 Ocak 2013 12:27
- Uyuş/turul/muş akıl ve acı beden 22 Aralık 2012 08:55
- Cinayet karşıtlığının cani ile yakınlığı 15 Aralık 2012 07:48
- Boşluk, sanat ve politika 01 Aralık 2012 05:19
- Affetmek ya da yaşamak 25 Kasım 2012 11:54
- Derine, derindeki derine 10 Kasım 2012 08:38
- Renk, evren ev acı 03 Kasım 2012 10:57
- Kedi neden baksın ki krala? 27 Ekim 2012 14:59