Ecdat meselesi
Kirvem, Hem demokratik, hem laik, hem sosyal, hemi de hukuk devleti olan ülkemizde yaşayanlar, yani ben, sen, o, kısacası kafa kâğıdında “T.C. vatandaş”ı yazılı olan bizler, şu an yürürlükte olan anayasamızın amir hükümlerinin dışına taşmadan, etliye sütlüye fazla da bulaşmadan kendi “işkembe”mize göre “düşünce”lerimizi sadece söylemekle yetinmeyip, gerektiğinde de bu bapta fikirlerimizi alenen yazıp, çizip, çiziktirip, aynı zamanda da gönül rahatlığıyla yayma hürriyetine çok şükür sahibiz…
Buna göre, mesela benözüm yıllardan beri ipotek altına aldığım bu köşeden her hafta kafama estikçe neredeyse hemen her konuyu bir “mesele”ye dönüştürüp, böylece yazma hakkına en azından “sokaktaki vatandaş”lardan biri olarak hasbelkader sahipsem, aynı şekilde keza muhterem Başbakanınız Erdoğan da, ülkedeki “baş yetkili” kimiğiyle kendi fikirlerini, şahsi düşüncelerini “benim halkım” dediği bizlerle en halisane duygularla paylaşıp söyleyince neden küplere biniyoruz?
Mesela kendi “estetik” zevkince beğenmeyip “ucube” diye yıkılmasını emrettiği bir “kıytırık” heykel yüzünden, koskocaman bir başbakana neden etmedik laf bırakmıyoruz!
Roboski’de kendi uçaklarımızla bombaladığımız kimi “vatandaş”arımızın ölüm fermanını kimin verdiğini ikide bir sorup neden huzursuzluk yaratıyoruz!
Çamlıca’nın tepesine, Taksim’in göbeğine cami yapılmasını kendince uygun bulup, tez elden emir buyurunca, daha da doğrusu yüzde doksan dokuz virgül doksan dokuzu elhamdülillah Müslüman olan yüce milletimizin hislerine, onların iman dolu “kalbi duygularına” tercüman olduğu için teşekkür etmemiz gerekirken, neden illa da kırk dereden su getirip çevre-mevre, yeşil-meşil alan gibi boş laflarla oyalanıyoruz!
Hem genç, hem de dindar nesiller yetiştirmemiz için her ailenin en az üç çocuk yapmasını, analarımızın rahimlerini buna, babalarımızın bütçelerini keza buna göre ayarlamasını, her kürtajın bir Uludere olduğunu belirttiğinde, onun bu heyecanını, “cenin” ve “sübyan”lar karşısındaki bu “babacan” yaklaşımını görmezlikten gelirken acaba ayıp etmiyor muyuz!
Ülkeyi parça-pinçik etmeyi otuz yıldan beri akıllarına koyan, dolayısıyla birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya kalkışanların bu heveslerini kursaklarında bırakmak için, meydanlarda “idam” sehpalarının sil baştan kurulabileceğini “delikanlı”ca haykıran, böylesine geniş açılı, engin görüşlü, “vizyon” sahibi başbakanımızla övünüp, hatta daha iktidara geldiği ilk günden itibaren Evropa kapılarına kapağı atmak için gecesini gündüzüne kattığı halde, şimdi bu idam laklakıyatıyla gerektiğinde bu “sevda”dan vazgeçip, bir kalemde silebilecek kadar kararlı olduğunu belirten böylesine aslan yürekli bir başbakan karşısında milletçe anında şapka, hemen akabinde kasket, daha sonra külah ve nihayet bere, sarık çıkarmak için acaba neyi, hangi günü bekliyoruz!
Nitekim mesela ömrünün neredeyse tamamını at sırtında geçirip, böylece küffar milletine hadlerini bildirirken, aynı zamanda da killi, kireçli, kumlu parsellerce toprağı imparatorluğun sınırlarına katan, ganimetlerle hazineyi çil çil altınlarla dolduran Kanuni Sultan Süleyman gibi, o da iktidar koltuğuna oturduğu şu son on seneden beri neredeyse her Allah’ın günü Amerika’sından tut da Avrupa’ya, Afrika’dan ta Çinimaçin’e kadar tüm dünyayı at yerine özel uçağıyla turlayıp, böylece eloğluna yerine göre ekonomi, yerine göre strateji, demokrasi, ahlak, hukuk, adalet, insan hakları dersi verip, sonra da bu koşuşturmalardan fırsat buldukça “Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır” denen İstanbul’da, Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisinde veya Ankara’daki mekânında dünyanın en önemli şahsiyetleriyle baş başa vererek şu kırtıpıl âlemin bozuk düzenine, yampiri gidişatına yön vermekle uğraşırken, beri taraftan kendini bilmez ama “sanat”çı geçinen kimi haddini bilmezlerin reyting ve bittabi ki para hırsıyla Muhteşem Yüzyıl namıyla çevirdikleri bir diziyle “ecdat”larımıza karşı işledikleri böylesine bir ayıbı kabullenmesi mümkün olabilir miydi!
No!
Öyleyse?..
Öyleyse, tıpkı o ucube heykelin başı “urulup” yer ile yeksan edildiği gibi, keza bu ne idüğü belli olmayan, dahası da atalarımızı, ecdadımızı sanki sırtlarından hançerleyen bu “dizi”nin tez elden dizinin kırılıp ortadan silinip süpürülmesi şarttı!
Daha evvelki uygulamalar, yani Erdoğan’ın iki dudağının arasından telaffuz ettiği “emir”lerin yanı sıra, keza yan bakışlı buyruklarla verdiği “fetva”lar harfiyen yerine getirildiğine göre, hele hele kafası estiğinde bir bakıma sanki “arka bahçe”sine dönüştürdüğü “yargı”yı göreve çağırdığına bakılırsa, anlaşılan o ki, demokratik, hukuk devletimizin Misakı millisinde işler her geçen günün ardından giderek daha da fazla rayına oturuyor nitekim!
Haa bu arada işin içine “ecdat” ve o ecdadın mazide kalan “serencam”ı girince, o zaman benözüm bir “Ermeni dölü” olarak kendi payıma bu alengirli “faslı” şimdilik edebimle es geçeyim Kirvem!
Yoksa?..
Yoksa: “Sen seni bil sen seni, sen seni bilmezsen patlatırlar enseni!”
GÜNÜNYAZILARI








EVRENSEL'İNMANŞETİ

Vergide sahte sefer
Maliye Bakanı Şimşek’in servet sahiplerinin vergi ödememesine tepkiler üzerine ilan ettiği “vergi denetimi seferberliği”nden koca bir hiç çıktı. Müfettiş yetersizliği nedeniyle şirketlerin sadece yüzde 2’si denetlendi. Sınırlı denetimde bile kaçırıldığı tespit edilen vergi tüm şirketlerin ödediği kurumlar vergisinin yarısına erişti. Vergi yükü her zaman olduğu gibi bordro mahkumu emekçinin sırtında kaldı.

Menemen Belediyesi'nin kamu zararına neden olan aydınlatma lambalarına suç duyurusu

‘Dilimizi, kültürümüzü korkmadan yaşamak istiyoruz’

‘Mehmet Türkmen’i serbest bırakın’

Evrensel'i Takip Et