İçinde krema olan hamur topları, insan hiç beklemez, yapılışıyla tulumba tatlısına benzermiş. Hamur kızartılmaz ama, fırınlanırmış. Üstüne de çikolata sosu. Fransız kökenli diye bilinir ama kimi kaynaklar ilk profiterolün İstanbul’da yapıldığını bile yazar. Beyoğlu’nda, daracık İnci Pastanesi’nde. Kimi ayva ezmesini severdi belki. Yetişebilen. Caddenin en eski dükkanlarından, küçük, tatlı bir soluk alma yeri. İdi.
Artık sadece kitaplarda zaten. Karşısında belediye başkanının kat kat yükselen muhallebicisi, yanında yargının kaçak dediği katlarıyla ondan yüksek alışveriş merkezi. İnci Pastanesi’ni gene apar topar boşalttırdılar, “hadi” diyerek, ne kararı beklemek ne bir şey. Bu ayın kirası bile peşin ödendiği halde. Ama bazı şeyler beklemez. İçinde olduğu binanın yıkılıp yerini bir başka alışveriş merkezine bırakması gibi. Taksim meydanı şehrin hafızasında yer ettiği şeklinden her yıl daha fazla uzaklaşmayacak artık, toptan başka bir yere dönüşmesi için barikatlar kuruldu.
Her şey daha tatsız bir şehir için. Birileri çalışıyor.
Çağın en büyük adamının dediği gibi, “Bu değil” İnci Pastanesi. Önceki gün pastane boşaltılırken bir dolu genç insan sırayla birbirinin fotoğrafını çekmenin derdine düşmüştü. Tarihi ana bakın, küçük pastanenin sıkışık masalarıyla içerideki türlü eşyaları, üstünde “Evden eve nakliyat” yazan kamyonlara yükleniyor. Bir tanesi, 20 yaşında var yok. O fotoğraf çeken telefonu, en yeni model, daha bu sene çıkmış. Şimdiden içinde tarih var. “Tarih” diye klasör açsa o akşam doldurur. Yağmurlu bir günde sevgilisiyle nasıl koşarak İnci’ye sığındıklarını anlatıyor. Bu da son fotoğraf. Sanırsınız onlar, “mirim” diye kaydettiği arkadaşıyla birlikte pastane kurulurken ordaymış da, arkasına “Sene 1944, Pera” yazdığı fotoğrafına bakıyor. O değilse sınıf arkadaşı, iki sene önce film festivalinde binanın öte tarafındaki Emek Sineması’na gelmiş, bir yerlerde Emek’te izlediği son filmi anlatıyor. AKM önünde arkadaşıyla buluşurken, yıllar önce onun içine girmiş olan ötekine hava atıyor, AKM’nin içine girilebilen, bir şeyler izlenebilen bir bina olduğu zamanlara ait anısıyla. Daha yirmisini doldurmamış gençlerin hayatlarının ihtiyarlama hızının diğer adı, “Bu değil”.
Sakalı çıkmamış ama, sakalı ağarmışların dilinden konuşuyor. “Buralar eskiden dutluktu” demediği eksik ama o tadı kaçmışlık sabit. Cep telefonunun olmadığı bir dünyayı bilmiyor ama dilinde, tarihin en tatsız ihtiyar muhabbeti.
Tatlı olan ne varsa gözümüzün önünde tarih oluyor. Katlı olan, onun yerinde yükseliyor. Dükkanları mükkanları, ışıklı vitrinleri, yargı kararları, yıkım izinleriyle falan. Yandaki alışveriş merkezi arkadaki sinemayı çatlatmış, komşusu camiyi yamultmuş, gık diyen yok, dimdik ayakta. Dibindeki sinema, pastane, kamuya ait bilmem kaç yıllık bina: “Bu değil”.
Dünyanın en güzel planlanmış şehri olmaktan çok uzaktı oralar ya, daha bir tatlıydı. Yerini tutar mı, belediye başkanının muhallebicisi var işte? Yeni alışveriş merkezine de tatlıcı açarlar belki. Son model telefonlarının içindeki tarihi fotoğrafları karıştıranlar birbirine gösterir, kim bilir şehrin eskiden neye benzediğini konuşur, kaseleri kaşıklarken.
Padişahlık hayalleri, gözde müteahhitleri, bitmeyen fetihleri, attan inmeyen dedeleri, bin yıllık hedefleri ve büyük eserleri, dünyanın en genç ihtiyarlayan şehri. Tatsız ama katlı, çok katlı.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et