14 Aralık 2012 11:21

Bu bütçeden emekçiye fayda gelmez

Bu bütçeden emekçiye fayda gelmez

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Parlamentoda görüşülmeye başlamış bulunan 2013 Bütçesinin önce tümü, ikinci aşamada ise kalemleri üzerindeki tartışmalara geçildi. Kamusal kaynakların tedariki ve kullanımı hakkında görüntüde siyasal süreçle karar veriliyor olmasına rağmen, söz konusu tercihlerin asıl belirleyicisi toplumsal güç denge(sizlik)leridir. Genel bütçe büyüklüğü ve harcama kalemleri ile gelir kalemlerinin dağılımı, bir yandan sermaye birikimini gözetici eğilimler taşırken, diğer yandan da sistemi meşrulaştırıcı özellikler yansıtır. Neoliberal döneme özgü olarak, bütçe hacminin büyütülmemesine dikkat edilirken, finansman yükünün sermayeden olabildiğince uzaklaştırılıp geniş toplum kesimlerine yaygınlaştırılması, bu amaçla dolaysız vergilerden dolaylı vergilere doğru yöneliş göze çarpar. Kamu harcamalarının denetimi parlamentoda yapılıyor olmakla beraber Sayıştay raporlarının parlamentoya sunulmaması basit bir eksiklikten öte kasıtlı siyasi davranış olarak görülmelidir.
2000 yılında IMF denetimine girmiş olan ekonomide toplam bütçe hacmi 2002 yılında yüzde 34.1 oranından 2013 yılında yüzde 25.7 oranına geriletilmiştir. Faiz dışı bütçe giderlerinin ulusal gelire oranı ise, aynı yıllarda, sırasıyla yüzde 19.4 ve yüzde 22.3 düzeyinde görülmektedir. Aradaki fark gerileyen borç yükü ve faizden kaynaklanmaktadır. Dünyada ortalama faiz oranının sıfıra yaklaştığı dönemde bu gelişmeyi faiz yükünün hafifletildiği şeklinde yorumlamak doğru değildir. Bir defa, kamu bütçesindeki faiz yükü görece hafiflerken, özel kesimin iç ve dış borç yükü artmış bulunmaktadır. İkinci olarak da, dünya ortalamasında Türkiye hâlâ yüksek faiz ödeyerek yabancı para (sıcak para) çekmeye devam etmektedir. Zira Türkiye, IMF-Derviş misyonunun çizdiği, AKP iktidarının da sadakatle uyguladığı program kaderi doğrultusunda, müzminleşerek ulusal gelirinin yüzde 7’sine dek yükselmiş olan cari açığın finansmanı için bu faizi ödemeye (yani kanamaya) mecbur bırakılmıştır.

FAİZ ADI ALTINDA KAYNAK AKTARIMI

Borç yükü görece hafifleyen bütçede faiz dışı fazla kaleminde de gerileme izlenmektedir. 2002 yılında ulusal gelire oranı yüzde 3.5 olan faiz dışı fazla, en yüksek düzeye yüzde 6 oranı ile 2005 yılında ulaşmış, izleyen yıllarda devamlı gerileyen bu kalemin 2013 yılında yüzde 1.2 oranında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Faiz dışı fazla ile bütçedeki faiz yükü arasındaki ilişki borç stoku üzerinde etkili olmaktadır. Salt 2013 yılı için böyle bir bakış açısı ile yapılan hesaplamada, ulusal gelire oran olarak faiz giderleri yüzde 3.4 iken faiz dışı fazlanın sadece yüzde 1.2 olması faiz ödemeleri için de yeni borçlanmaya gidildiğini göstermektedir. Nitekim 2002 yılında ulusal gelire oranı yüzde 74 olan borç stoku, 2005 yılından itibaren gerilemiş olmakla beraber, tüm özelleştirme ve bütçeden ayrılan faiz ödemelerine karşın 2013 yılında ancak yüzde 35 düzeyine çekilebilmiştir. Şu hale göre, geçmiş yıllara göre azalmakta olmakla beraber, kamu bütçesinden iç ve dış sermaye sahiplerine faiz adı altında önemli miktarda ödeme yapılmaktadır. Bu yük bütçe harcamalarını sıkıştırarak, kamu hizmetlerinin nicel ve nitel olarak da erimesine yol açmaktadır.  


EĞİTİME AYRILAN BÜTÇE YETERSİZ

Sosyal nitelikli harcamalardan olan eğitim hizmetlerine bütçeden ayrılan miktarın ulusal gelire oranı yüzde 2.9’dan ancak yüzde 3.7 oranına yükselmiştir. Bu oran genç nüfusa sahip ülkemiz için fevkalade düşüktür. İleri ülkelerde eğitim harcamalarının ulusal gelirdeki oranı yüzde 7–9 dolaylarında seyretmektedir. Bu farklılıkla Türkiye’nin küreselleşen dünyada teknoloji atılımı yaparak yer alması söz konusu olamaz. Kaldı ki, eğitimin niteliği ve içeriği son eğitim programlaması ile fevkalade geriletilmiş bulunmaktadır. Teknoloji çağında yarışmak durumunda olan Türkiye’de AR-GE harcamalarının sadece binde düzeyinde ifade ediliyor olması da durumun vahametini göstermektedir.

SAVAŞ HARCAMALARI GÖRÜNENDEN DAHA FAZLA

Bütçe harcamaları açısından 2013 yılı bütçesi geçmiş yıllar bütçesinden çok farklı bir tablo vermemektedir. Temel harcama kalemlerine baktığımızda, personel harcamalarının ulusal gelirdeki payı 2002 yılından 2013 yılına doğru yüzde 6.3’den yüzde 6.2 oranına gerilemiştir. Bu durum hem kamu hizmetlerinin yetersiz personelle görülerek hizmet aksaması yaşandığının hem de toplumsal gelir dağılımında kamu personeli aleyhine bozukluğun işaretidir. Bütçede yatırımlara ayrılan pay da 2002 yılından beri ulusal gelire oran olarak yüzde 2 ile 2.5 arasında değişerek seyretmiştir. Bu düzey yatırım harcaması ekonomik kalkınma ve bölgesel dengesizliğin giderilmesi amaçları açılarından fevkalade yetersizdir.

Sosyal harcamaların diğer ayağını oluşturan sağlık harcamalarının yıllar itibariyle ulusal gelirdeki payı yüzde 1.5 oranını geçememektedir. Düşük yoğunluklu çatışma yaşanıyor olduğu halde savunma harcamalarının ulusal gelirdeki payı da yüzde 1.5 oranı dolayında geziniyor olması, inandırıcılıktan uzaktır. Ancak, bir yandan örtülü ödenek diğer yandan da Savunma Sanayi Destekleme Fonu gibi devasa fonların kullanılması, bütçedeki savunma harcamalarının gerçeği ifade gücünü zayıflatmaktadır.

DİYANET BAKANLIKLARI SOLLADI

Anayasasında laik devlet ilkesinin vurgulandığı ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan ödenek, İçişleri, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Kültür ve Turizm, Aile ve Sosyal Politikalar, Bilim Sanayi ve Teknoloji ve Ekonomi Bakanlıkları dâhil olmak üzere birçok daire ve müessesenin bütçesinden büyüktür. Toplumsal ideolojinin değiştirilmesinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’na, laiklik ilkesine açık muhalefet oluştururcasına, çok büyük misyonlar yüklendiği açıktır.

VERGİ ADALETSİZLİĞİ HAD SAFHADA

Bütçe harcamalarının finansmanı ağırlıklı olarak vergi gelirleri ile yapılmaktadır. Vergi gelirleri 2002 yılında ulusal gelirin yüzde 17’sini oluşturuyordu. Bu oranın 2013 yılında yüzde 22.7 düzeyine yükseleceği hesaplanmaktadır. Dâhil olduğumuz OECD ülkelerinde ortalama vergi yükü yüzde 30–40 oranları arasında değişmektedir. Türkiye’nin kalkınmışlık düzeyi dikkate alındığında, vergi yükünün görece düşük düzeyi tartışma götürüyor olmakla beraber, yük dağılımının adaletsizliği ciddi boyutlardadır. Bir defa, dolaysız vergilerde kayıt-dışılık ve sair sebeplerle oluşan vergi kayıp ve kaçağı önemli boyutlarda olmasına ilaveten, dolaylı vergilerin genel vergi yükündeki oranının da devamlı olarak yüzde 55 oranının üzerinde seyretmesi vergi adaleti açısından sakıncalıdır.

NEOLİBERALİZME İMAN

Bütçe dengesizliği daima negatif oluşmuştur. Faiz dışı birincil bütçe dengesi ise 2005 yılından itibaren pozitif değer kazanmıştır. Ancak 2008 ve sonraki yıllarda devam eden ekonomik kriz 2009 ve 2010 yıllarında birincil dengenin de negatif oluşmasına neden olmuştur. 2013 yılı bütçesinde nihai bütçe açığının ulusal gelire oranı yüzde 2.2, faiz dışı birincil açığın ulusal gelire oranı da yüzde 1 dolayındadır. Böylece, bütçe açığı borç yükünü artış yönünde etkileyecektir.
Bütçelerin köklü değişikliğe uğratılması sermaye yanlısı siyasi irade ile değil, ekonomik alt-yapının değişmesi ile sağlanır.  Böyle bir değişimi neoliberal akıma iman düzeyinde bağlı, emperyalizme teslim olmuş bir iktidardan beklemek hayaldir. Burjuvazinin çeşitli düzeydeki siyasi temsilcilerinin parlamentoda esasa dokunmayan konuşmaları da zaten bunu yansıtmaktadır.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa