17 Aralık 2012 10:03

45 dakika sahada kalan top!

45 dakika sahada kalan top!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Teknik direktörler özellikle kaybettikleri maçlardan sonra sıcağı sıcağına yapılan basın toplantılarında gerçeklikten uzaklaşabiliyor. En sakininden en cevvaline, Lucescu’sundan Yılmaz Vural’ına kadar bu böyle. Haliyle son dönemde Aykut Kocaman’da da görüyoruz bunu. Medya-yönetim ve oradan taraftara sirayet eden müthiş baskıyı bertaraf edebilmek adına teknik direktörlerin üretmek zorunda kaldığı bir karşı hamle olarak değerlendirilebilir. Bir nevi “meslek refleksi”.
Kocaman’ın Galatasaray maçı sonrasındaki sözleri de böyle “defansif”ti(Keza Terim’in Kocaman’ın sözlerine cevap mahiyetindeki açıklamaları da). Ancak yine de en doğru sözü o etti: “Türkiye’nin iki büyük takımının maçında top 45 dakika sahada kalıyor. Asıl yapılması gereken kritik bu.”
Doğru söze ne hacet. 2 takımın piyasa değeri 600 milyon lira. 600 milyon liranın yeşil sahalardaki karşılığı buysa alın size bir piyasa balonu daha!
Günlerce gündemi işgal etmesi üzerine pazarlanan derbi son derece yavandı. Hasan Ali Kaldırım ve Selçuk İnan’ın gollerini çıkarın, geriye vasat bir orta sıra mücadelesi kalır. 1980’lerden kalma bir tempo. Topu ileriye doğru oynamakta bu kadar aciz ve korkak 2 takım. Ömer Üründül’ü isyan ettirecek bir kolektif futbol yoksunluğu! “Neyin 600 milyonu bu” sorusunu en önce Terim ve Kocaman’a sormalıyız elbette. Ve topun sahada yalnızca 45 dakika kalabilmiş olmasının gerekçesini de...
Sezon başından beri sıkça dile getirdiğimiz ve sahada herkesin izlediği üzere Galatasaray, geçen seneki Galatasaray değil! Onca yeni transfere karşın yaşanan bu düşüşte Elmander, Melo, Selçuk, Eboue gibi geçen senenin lokomotif isimlerinin formsuzluğu önemli rol oynuyor. Ve bu durum Galatasaray’a geçen seneki kimliğini veren ofansif gücünü, göze hoş gelen futbolunu tarihin tozlu raflarına kaldırıyor.
Derbide gördük. Galatasaray maçın başında öne geçmesine rağmen rakibi ortadan topla delemediği(en basitinden bir verkaçı bile yapamıyor GS), topla ileri çıkamadığı, rakip sahada topu ancak yana doğru oynayabildiği için doğru dürüst şut bile çekemedi. Cristian Baroni’nin anlamsız faulu ve Selçuk İnan’a en sevdiği bölgeden ikram ettiği frikik olmasa maçın 1-1 bitmesi muhtemeldi.
Peki ya Fenerbahçe? Tablo ortadaydı. Orta sahada 5’e 4 üstünlüğünü kullanamıyorsun. E peki  Kuyt’u Sow’la orta alanın arasına, orta sahaya da yardım edebilen gizli santrfor olarak oynatmayı neden düşünmedi Kocaman? Yedek kulübende bir tane bile santrfor yokken hücumdaki etkisizlik başka nasıl giderilirdi? Kuyt’un dinamizminden, fırsatçılığından, çalışkanlığından daha iyi nasıl yararlanılabilirdi?
İkinci yarıda hücum organizasyonlarını sadece Amrabat’ın sol kanat bindirmelerine havale eden Galatasaray, Yekta’nın oyuna girişiyle Fenerbahçe’nin zaten iyice oyundan düşen(bunun neden böyle olduğu da Kocaman’a ayrı bir soru) orta sahasını teslim aldı. Ve hücumda yukarıda saydığımız tüm “topla ileri gidememe” haline rağmen bolca boşluk bularak ortadan dahi 2-3 atak geliştirdi. Ancak bu anlarda da Eboue, Hamit, Yekta, Melo gibi isimlerin son pas ve şutlardaki beceriksizliği göze çarptı.
Bu 2 takım bu sezon şampiyonluk mücadelesi yapacak. İkinci yarıda toparlanmazlarsa bizim de halimiz duman! Öyle ya bunca sıkıcı maçı izlemek zorunda kalacağız!
Not: Gökhan Gönül’e maç sonu Fatih Terim’e sarıldığı için gösterilen “taraftar” tepkisi hafta içi gazetemizde ben, Mehmet Özyazanlar, Veysel Atayman, Dağhan Irak ve Hakan Keysan’ın yazılarında işlenen “sporsevmez taraftar hali”nin bir örneğiydi. En başta Gökhan Gönül’ün emeğine büyük bir ayıptı.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa