Savcı-muhabirliğe karşı inadına gazetecilik!
Fotoğraf: Envato
Geçtiğimiz hafta Türkiye, Devrimci Karargah’ı ve bu davadaki akıl almaz durumu değil, mahkeme kapısında yaşananları konuştu. Sanırım bir gazeteci olarak etik olan mahkeme kapısında yaşanan polis ilkelliğini lanetleyip davanın içeriğine bir adım daha yaklaşmak.
Türkiye’de devrimcilerin, gazetecilerin ve düşünenlerin Baha Okar’ın eşinin Bilim ve Gelecek’in son sayısında kaleme aldığı yazıda olduğu üzere bir şekilde Türkiye’nin yarısını hapishanelere götürecek kanıtlarla içeride tutulması üstüne ne söylesek, ne yazsak mahkeme kapılarında verilen mücadeleyi açıklamaya yetmiyor. Belki de, içeride de olsa üretmeye devam eden gazetecilerin, bize mektuplarla ulaşanların yazdıklarından öğrenmemiz gerekenlerle baş başa bırakıyor bizi tarihin bu garip akışı. Okar’ın dergisinin son sayısında hazırladığı “Hasan Sabbah, Gerçekler ve Efsaneler” başlıklı dosyasında İsmaililer olarak bilinen akımın hikayesini anlatış biçimini ve bu anlatışın akımın tarihin çeşitli dönemlerinde hakim siyasal iktidar tarafından esrarkeş olarak yaftalanmasını ortaya koyuşunu tam da Türkiye medyası ve Türkiye siyaseti içerisinde yaygın olan sosyalist akım ve hak odaklı gazetecilik algısının yanlışlığına yönelik bir eleştiri olarak okuyabiliriz.
Her şeyden önce gazetecilerin karizmatik mekanlardan çıkmayan, sürekli Ertuğrul Özkök gibi isimlerin sofralarında oturan insanlar olduğuna dair algının üstüne bir çarpı atmak lazım. Çoğunun sosyal güvencesi olmayan, çok demokrat gazetelerde aylarca maaşsız çalıştırılan arkadaşlarımızın Özkök gibi her ay başında maaşı yatan ağababalarla bir tutulması o arkadaşlarımıza da ailelerine de yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Bu noktada bir şeye daha işaret etmeliyiz ki gazeteciliği meslek değil ahlaki bir tutum olarak görenlerin zaten Özkök gibi değil insan gibi yaşamak dışında bir talepleri bulunmamaktadır. Öyle ki, uğruna hapse girdiği kitap için beş kuruş para istemeyen Ahmet Şık gibi insanların gazeteci olduğu bir ülkede gazetecileri “İçki ve uyuşturucunun pençesine düşmüş, batının ahlaksızlığını almış” bir grup olarak görmek Fehmi Korugiller ya da Engin Ardıçgiller’in ektiği tohumun dibimizde bitmesidir ki, mesleğin itibarsızlaştırılmasının bu tip gazetecilikle uzaktan yakından alakası olmayan laf ebelerince yapılması çok da tesadüfi değil.
Bugün, Türkiye’nin dört bir yanında her gün çıkarılan gazetelerde bu ülkenin iyi çocuklarının en az on katı kadar da Fehmi Koru’nun ya da Engin Ardıç’ın daha da kötüsü Yiğit Bulut’un hayal ettiği gazeteci tipi çalışmaktadır. Kendilerine polis tarafından gönderilen rehberlere göre haber yazan, DİSK için bile “yıkıcı sendika” tanımını kullanabilen bu kafa memleketimin güzide iletişim fakültelerinde değil, gazetelerin muhasebe departmanlarında alınan maaşlarla eğitilmiştir. Sendikaları yıkıcı, lise öğrencilerini yönlendirilmiş, TEKEL işçilerini terörist ilan eden bu kafanın kaç liraya mal olduğu bilinmemekle beraber, birkaç bavul haberin bazı zihinleri satın almak için yettiği çok demokrat gazetelerin kimi bavul gazetecilerinin beyanlarından anlaşılır durumdadır. Adliye muhabirliğinin savcı-muhabirlik halini aldığı, polisin kendi yazdığı haberi düzmece davalar için delil kabul ettiği dünyada itibarsızlaşmış olması gayet doğal olan bu mesleği yapmaya karar vermek ahlaki bir durumdur. O yüzden gazetecilerin yüzlerine bakarken bir o kadar da onların gün içerisinde yüzlerine bile bakmak istemeyecekleri sistem paşaları ile muhatap oldukları gerçeğini unutmamak şart.
Her gün haberlerini okuduğumuz, belki de aynı haber servisinde çalıştıkları insanlarca altları oyulan gazetecileri davalarında dahi yalnız bırakacaksak, “İlla ki bir şey yapmışlardır” diyeceksek, bu ülkede Emre Uslu ya da Yıldıray Oğur gibi Turgut Özal sevici, 12 Eylül mahsulü muhafazakar milliyetçi parti düşkünlerinin sayıca ve güç bakımından katlanarak artmasına seyirci olmak zorundayız. Sabah 5’te ev basanların Şık’ı mahkemeye götürecek araba bulmakta nedense aciz kaldığı bu ülkede temiz kalmanın yolu onurlu gazetecilerin arkasında durmaktır. Durmazsak mı? Hâlâ anlamadınız mı?
- Günah vergisi: Alkol 20 Ocak 2025 06:20
- Piyasalaşma ektiler, biçilen sağlığımız oldu 13 Ocak 2025 04:07
- Verem değil yoksulluk ve yoksunluk öldürüyor 06 Ocak 2025 04:41
- Alfa kuşağı: Çeyrek yüzyıl biterken sağlık 30 Aralık 2024 04:32
- Nar: Sağlık, barış, esenlik 23 Aralık 2024 04:45
- Tamamlayıcı sağlık sigortası: Eksik olan ne? 16 Aralık 2024 04:47
- Barış kokusu: Ege denizi 09 Aralık 2024 04:53
- İnsandan inşaata demir eksikliği 02 Aralık 2024 04:48
- Bir davayı seyretmek: Başka bir sağlık sistemi mümkün 25 Kasım 2024 04:43
- Kırmızı kurdele: AIDS ve çocuk 18 Kasım 2024 04:04
- Hekim grevleri tüm dünyada tarihsel bir eşikte 11 Kasım 2024 04:50
- Özelleştirme yolunda aile hekimliği ya da sağlık hakkımız 04 Kasım 2024 04:11