27 Aralık 2012 10:26

Başkan Babamız

Başkan Babamız

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yüzyıllar önce İtalya’da birisi şunları yazmıştı: “Bir yurttaş cinayet işleyerek ya da başka bir şiddet yoluna giderek değil de, yurttaşların yardımı ile hükümdarlığa gelirse, bu hükümdarlığa sivil hükümdarlık denir.
Bunun için çok değerli bir insan olmak gerekmediği gibi, çok şanslı olmak da gerekmez. Kurnazlık yeter. Bu tür hükümdarlığa ya halkın ya da seçkinlerin yardımıyla ulaşılır.
(…) Halkın yardımı ile hükümdar olanlar başlarına buyrukturlar. Ve kendilerine boyun eğmeyecek hiç kimse yoktur ya da pek azdır.
(…) Halkı memnun etmek mümkündür. Halk zenginlerden daha anlayışlıdır. Zenginler zulmetmek isterler. Halkın isteği ise sadece ezilmemektir. (…) Halkın düşman kesilmesi hükümdarın güvenliğini bozar; halk çoğunluktur.
(…) Halkın düşman olmasından bir hükümdarın bekleyebileceği en kötü şey, onun tarafından terk edilmektir.
(…) Halkın yardımı ile hükümdar olan birinin her zaman onun kendisine olan sevgisini korumaya çalışması gerekir. Bu kolay bir şeydir. Çünkü halk zulüm görmemekten başka bir şey istemez.
(…) Bu hükümdarlıklar sivil yönetimden mutlakiyetçiliğe doğru kaydıkları zaman tehlikeye düşerler.
(…) Akıllı hükümdar, yurttaşlarını her zaman ve her durumda kendisine muhtaç bırakmalıdır. Onların sürekli olarak bağlılığını sağlayacak tek yol budur.” (Machiavelli, Hükümdar)
***
Akıllı bir darbecinin, yıllar sonra kendisinden hesap soruluyormuş gibi yapılabileceğini dahi aklının ucundan geçirmediği bir vakitte, halkın yüzde 91’inin oyuyla Anayasa’nın kabul ettirildiği yıllarda, Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez bir kitabıyla Nobel Ödülü’ne değer görüldü: “Başkan Babamızın Sonbaharı.”
***
Halkın arkasını döndüğü Anayasa’ya “darbe ürünü” olarak tiksintiyle bakıldığı modern zamanlarda, halkın yardımıyla “sivil hükümdar” olunmasının üzerinden 10 yıl geçtikten sonra mutlakiyetçiliğe doğru kayıldığı tarihlerde, dalkavukların savunmasıyla, “Başbakanın kendisini adeta hepimizin babası gibi görmeye” başladığını işitir olduk.
Başkan Babamız…
***
Benim öz babam, evlatları arasında ayrım yapmazdı.
Fakat Başkan Babamız, evlatlarını birbirine düşürmekten, kışkırtmaktan, sevmediklerini dövdürmekten, biber gazıyla ağlatmaktan, sopalarla hastanelik etmekten, “gizli tanık” ve “iftiracı itirafçı” ifadeleriyle mahkemelerde süründürmekten, teknoloji harikası evlatlarının ürettiği “hukuk dışı” delillerle hapse attırmaktan zevk alıyor.
Başkan Babamızın en iyi evlatları, yalnızca imam hatiplerde “kindar” eğitim almış olanları. Öteki evlatlarının hepsini asi, alkolik, uyuşturucu müptelası, terörist diye sıfatlandırarak, emrindeki güvenlik güçlerine hedef olarak gösteriyor. Özellikle üniversitede pankart açan, stadyumda yuh çeken, gazetelerde haber yapanları, “hükümdarlığını” devirmeye teşebbüs eden “teröristler” iddiasıyla kendi zihninde ve vicdanında mahkûm edip, evlatlıktan da men ediyor.
***
Başkan Babamızı, şimdilerde bir korku sarmış. Birileri onu dinliyormuş, attığı her adımı izliyormuş. Hayır, gökyüzündeki ilahi güçler değil… Göktürk uydusundan da değil. Yeryüzünden birileri…
“Büyük biraderin” takibi altındaki kötü evlatları hapiste olduğuna göre, Başkan Babamızı kim dinliyor olabilir ki?
“İyi evlatlarının” koruması altında etrafını böceklerin sardığı Başkan Babamız, kendisini korumaktan bile aciz, bu kışta kıyamette halkını şerden, beladan nasıl koruyacak?
Başbakan Babamızın sonbaharı… Korkuyla geçen uzun kış geceleri… Bitmek bilmeyen kâbus dolu günler…

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa