Sendikacı olmanın gereği
2012’den 2013’e geçerken Türkiye’de adeta işçilerin işten atılma sağanağı yaşandı. Taşeron sisteminde çalıştırılan on binlerce işçi, yılın sonunda “sözleşmeleri bittiği” gerekçesiyle işlerinden çıkartıldı. Ama TOFAŞ, Renault, Arçelik, Şişecam gibi işçiler için “güvenceli” olduğu sanılan Türkiye’nin en büyük işletmelerindeki işçiler kitleler halinde sokağa atıldı. İstanbul-Ümraniye’de Packard Fabrikası kapatılıp başka bir ülkeye taşınacağı gerekçesiyle binden fazla işçinin atılmasının an meselesi olduğu da gelen haberler arasında. Yine KTÜ Farabi Hastanesinde 85, Eyüp Belediyesi’nde 28 işçinin yeni yılın hemen başında işlerine son verildiğini Mısırd'aki sağır sultan duyduğuna göre herhalde sendikacılar da duymuştur.
İşçiler yeni yılı sadece toplu işten atmalarla değil ölümlerle de karşıladı. Önceki gün Zonguldak’taki maden ocaklarında “redevans” çalışması yapan bir firmanın sekiz işçisi de metan gazı patlaması sonucu yaşamlarını yitirerek, Bakanın “Acı duymamışlar; iyi ölmüşler!” dediği “ölü işçiler” kervanına katıldı.
“Peki kuruluş nedeni işçilerin haklarını savunmak, onların patronlar tarafından haksız hukuksuz çalıştırılmalarına karşı mücadele etmek olan sendikaların yöneticileri ne yapıyor” dersek, Topkapı Cam işçilerinin sendikasının ve yine diğer sendikacıların kısmen bu işçilere “destek” amaçlı ziyaretleri bir yana bırakılırsa işçilerin böyle kitleler halinde sokağa atılmasında, üçer beşer “iş cinayetlerine” kurban gitmesi karşısında da hiçbir sesleri çıkmıyor.
Doğrusu işçiler bunca işyerinde işlerini ve hayatlarını kaybetmek gibi en hayati konularda saldırı altındayken sendika yöneticilerinden bir ses soluk çıkmamasının nedeni olarak acaba daha “büyük işler”le mi, örneğin demokrasi mücadelesinin, Kürt sorununun çözümü ya da savaş-barış meseleleriyle mi meşguller diye düşünülebilir!
Haşa!
Çünkü hazretlerin bu taraklarda hiç bezi yok. Sanki “memleket yansa içinde bir çöpleri yok”muş gibi ilgisizler; geleceğin Türkiye’sinde Kürtlerle Türklerin hangi koşullarda yaşayacaklarının (ya da yaşamayacaklarını) görüşülmesi karşısında bile hiçbir kaygı ve sorumluluk belirtisi göstermiyor sendikal camia.
Ülkenin en önemli sorunu yıllardır bu ülkede tartışılıyor. Sadece tartışılmıyor da; silahlar konuşuyor, iki taraftan binlerce insanımız yaşamını yitiriyor; mahkemeler, savcılıklar çalışıyor; cezaevleri Kürt politikacıları, gençleri, avukatları, gazetecileriyle dolu; milyonlarca insan her vesileyle taleplerini yeniden yeniden haykırıyor. Her çevre, ülkesi için kaygı duyan herkes bu gidişat karşısında bir şeyler söylüyor, soruna taraf oluyor, müdahil olmak için hareketleniyor. Ama yüz binlerce işçiyi, emekçiyi çatıları altında toplayan sendikaların (yandaş kimi sendikacılar dışında) sendikal hareketin önemli isimleri yöneticiler kastının bu konuda taraf olmaktan özenle kaçındıklarını görüyoruz.
Önceki gün gazetemize konuşan Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin de sendikacıları, ülkenin bu en önemli sorunu, Kürt sorunu konusunda gelinen kritik noktada gidişata sendikacıların müdahale etmelerinin gereğine değinerek, sendikacıları sorunun demokratik çözümünde taraf olmaya çağırdı.
Sendika yöneticileri Ayçin’i ne kadar dinleyecekler bunu söylemek zor. Ancak şu bir gerçek ki, alt kademelerde pek çok sendikacı gidişata müdahale için bir girişimde bulunmak istiyor ama ya “yukarıdan bir emir gelsin” ya da “Hele başkaları yapsın da ben de sonradan katılayım” gibi bir geri düşünceyle hareket ediyorlar.
Oysa bu tutum işçi sınıfına yabancıdır. Gerçek bir sendikacı, “Başka sendikacılar ne diyor” ya da “Ben böyle dersem yukarısı ne der” kaygısı gütmeden bu önemli sorunda taraf olduğunu açıklayıp sendikasının itibarını, gücünü bu sorunun demokratik çözümünden yana koymak durumundadır. Gerçek bir sendikacı olmak, işçi sınıfının davasına hizmet etmeni sorumluluğu bunu gerektirir.
EVRENSEL'İNMANŞETİ

Ölümünden 142 yıl sonra Marksizm hâlâ güncel

Limon zarar edince mandalina ekildi; onda da kriz kapıda

Rüyanız hayrolsun veya bir Yeniköylünün hatıra defteri

Evrensel'i Takip Et