11 Ocak 2013
DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

Türkiye’de gündem ne hızlı değişiyor, değil mi?
Her sabah bir acıya, bir ölüme, bir katliama açıyoruz gözlerimizi.
Zonguldak, Çukurca, Paris...
Metan gazı, biber gazı, bombardımanlar, susturuculu silahlar...
Servis kazasında ölen işçiler, “kazara” yaşayan milyonlar...
Tüm bu karanlık tablodan daha vahimi; şaşırmıyoruz! Ne katliam gibi iş cinayetlerine, ne “barış” konuşulurken dağlarda ölenlere... Türk gençlerine, Kürt gençlerine...
Şaşırmıyoruz... “Akl-ı selim”den değil; “öngörülü bir halk” olduğumuzdan hiç değil. Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçi öldürülüyor; herkeste aynı “klişe” cümle: “Barış sürecine girildiği şu günlerde...”
Yalan mı, yanlış mı? Değil elbette. Mesele de bu ya. Göz göre göre gelen ölümler her yerde bizi buluyor. Yerin bilmem kaç yüz metre altında da; Paris’in en işlek caddesinde de...
“Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır” ayeti, sanki bizim için; Kürtler için, Türkler için girmiş kutsal kitaplara... Ölmek, öldürmek, ölünün ardından ağlamak için yaratılmışız sanki.
“Yazma” halinin anlamsızlaştığı günlerden geçiyoruz. Yorum niyetine aynı cümleler, analiz niyetine aynı tekerlemeler... “İhtiyat”, “temkin”, “istismar”...
Bitki çaylarıyla tedavi edilmeye çalışılan kanser hastaları gibi memleket. Teşhis ortada; bir ihtimal olarak çözüm de... Evet, sancılı; ama mümkün. Reva mı böylesi?
“Kara haber” diyarı bu ülke. Ya mezarlıklarda buluşacağız; ya ölümleri protesto eylemlerinde...
Ya ölümler haberleştirilecek; ya “ölümlerin ardından yapılmış” konuşmalar... Hiçbiri yoksa; ki işte bu mümkün değil bu ülkede; geçmiş kıyımları kemikleri, davaları, tartışmaları bırakmayacak peşimizi.
 “Barış” konuşurken bile. Yerin metrelerce altında kazma sallarken bile...
Sıkı sıkı sarılalım barışa; ölüme inat yaşama...
Küçük İskender’e kulak verelim: “ölüm inananlar için sessizce/ kara kaplı kitaplardan çıkartılacak.../ göreceksin gülüm! bekle, göreceksin!/ Artık hiçbir insan, hiçbir kavga ve hiçbirimiz/ Bu dünyada, yapayalnız, umarsız kalmayacak”... Ben demiyorum, şair diyor işte; “Toparlanacağız, birlikte,/ ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm/ hem de çelikten toprağını dele dele hayatın...”
Şiire, şaire yaslanıp bulacağımız umutlu sözler bunlar. Keşke hayatın gerçeği, bugünün gerçeği, bu ülkenin, bu dünyanın gerçeği bu kadar umutlu olsa...
Geçen haftaki yazıyı, fazla “iyimser” bulan bir okur siteye yorum yazmış... “Aptallık derecesinde iyimser” demeye getirmiş açıkça. Canı sağolsun da; aslında pek umutlu sayılmazdı o yazı... “İki halkı kanlı bir iç savaşa sürükleyecek köprüden önceki son çıkışta olduğumuzdan...” deyip, sözü “barış için bir fırsatımız daha olmayabilir”e getiren bir yazı bile iyimser sayılıyor bu ülkede.
Halimiz, ahvalimiz bu!
Melih Cevdet anlatsın işimizin zorluğunu: “Ben güzel günlerin şairiyim/ Saadetten alıyorum ilhamımı/ Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum/ Mahpuslara affı umumiden.../ Çocuklara müjdeler veriyorum/ Babası cephede kalan çocuklara.../ Fakat güç oluyor bu işler/ Güç oluyor yalan söylemek...”
***
Bu yazı böyle bitmeliydi belki de... Bitmişti, bitebilirdi. Lanet olsun, “güç de olsa” güzel günlerden ilham almalı hâlâ... Nazım Usta’dan... “Açılır kara kaplı kitap: Zindan/ Kayış kapar kolumuzu/ Kırılan kemik, kan/ Hani şimdi bizim soframıza/ Haftada bir et gelir/ Ve çocuklarımız işten eve/ Sapsarı iskelet gelir/ Hani şimdi biz.../ İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar/ Güneşli günler göreceğiz/ Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar/ Işıklı maviliklere...”

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et