Bizim çocuklar başardı
Fotoğraf: Envato
Geçtiğimiz aylarda bu köşede oyunu yorumlarken yolumuzu kaybetmemize sebep olan bazı çıkmazları sıralamıştım. Resme dahil olan ileri istatistiğin eğitilmemiş gözlerce kolaylıkla istismar edilmesi, koçu merkeze alan eleştirinin çoğu zaman ana hikayenin kaçırılmasına yol açması ve bunun gibi şeyler… Türkiye için o çıkmazların hâlâ yolun çok ilerisinde olduğunu görmek içinse birkaç haftalığına yerel lig ile ilgili yayınlara göz ucuyla bakmak yetti.
Son kullanma tarihi geçmiş yabancı sınırlamasının buna zemin hazırladığını savunabilirsiniz. Yine de teamülü oluşturanın, hâla, oyuncuların performansları/verimleri ya da potansiyelleriyle ilgilenmeyip sadece pasaportları üzerinden dönen tartışmalar olduğunu görmek can sıkıcı olabiliyor. Yabancılar üzerine kurulu takımlarla ligde tutunulamayacağı ezberi devam ederken, altı sezonda sekiz takım değiştiren yerli seyyahlara bel bağlayanların sonunun çoğu zaman daha kötü olduğu görülmek istenmiyor. Türkiye’deki basketbol ortamını zenginleştirmekle ilgili bir derdi olmayan, burayı mezuniyet sonrası birkaç yüz bin doları kolay yoldan iç edebilecekleri bir ülke olarak gören ve ‘istatistik hanelerindeki rakamları şişirip özgeçmişlerine ilave edilebilir kılmak’ olan temel amaçları doğrultusunda takım kimyalarında geri dönüşü olmayan bir tahribat yaratırken -üstüne üstlük- aşırı yetenekli gençlerimizin de önüne set çeken yabancılar. Yabancılarımız…
Onlara güvenmek yerine ‘kendi yağında kavrulmak’ üzerine bir kariyer tasarlamış milli seyyahlarımıza, ligde 18 yılı deviren bir veteran olarak faul çizgisinden 35% ile isabet bulabilen veya hâlâ 15 yıl önce altyapılarda Tony Parker’ın belini kırdığı günün hatırasıyla yaşayan ‘bizim çocuklara’ bel bağlayanlar arasından çıkacaktır kazananlar. Bu konuda ciddiyseniz, ilk işiniz vasatlığa adadıkları büyük eserlerinden bir kıta kiralamak olmalıdır.
Bu oyunun etrafında küçük de olsa bir toplumsal bellek halesi oluşabildiyse, dünyanın daha fazla bir küreye benzediği son yirmi yılda saha üzerinde buna önayak olanların içinde bizim çocukları seçmek ise pek de kolay değil. Basketbola o son yirmi yıl içinde tutulan nesillerin ağzını aradığınızda, kahramanı Harun Erdenay, Orhun Ene ya da Ufuk Sarıca olan her çocuk için odasına Petar Naumoski, David Rivers, Conrad McRae, Marko Milic veya Mitch Smith posterlerini (ya da onlarla ilgili gazete kupürlerini) asan bir başkasını bulabiliyorsunuz. Bu kahramanların bazıları sadece birkaç seneliğine Türkiye’yi ziyaret etmişlerdi ve şüphesiz birçoğu gerçekten de kolay birkaç yüz bin doların peşindeydi. Dönemin Galatasaray taraftarlarının nostaljik sohbetlerinde mutlaka rastlayacağınız Lloyd Daniels’ın, kendisiyle birlikte takımını da yükseltme gibi büyük hedefleri olmadığını anlamak için üç hücum izlemek yeterliydi. Buna mukabil, tüm tavırlarının toplamında oluşan persona o gün bir basketbol maçında rastlayabileceğiniz en ilham verici şeydi. 1994-95 sezonunda kısa bir dönem Efes Pilsen forması giyen Chris Corchiani’nin, her gün siparişlerini almaya gelen kapıcı çocuğu Kenan’ı evlat edinmesi gibi hikayeler dilden dile dolaşıyordu. (Kenan (Kevin) Corchiani birkaç sene önce Meleğin Sırları filminin yapımcı koltuğunda karşımıza çıkmıştı.) Dolan istatistik haneleri çevreye sirayet etmiyor değildi.
Çağı imleyen milliyetçilik adındaki büyük hezeyanı hatırlayıp, basketbol üzerinden dönen muhabbetlerdeki dilin en azından zenofobi sınırları içinde kalıyor/daha ileri gitmiyor olması nedeniyle kendimizi neredeyse şanslı addedeceğiz. Bunun yanında bahse konu ‘bizim çocuklar’ tanımının ne kadar muğlak ve geçişken olduğunu izlemek de ilgi çekici olabiliyor. Bogdan Tanjevic kendisini, henüz 20 yaşındayken, bir vatandaşıyla birlikte Türkiye’ye getirip “Bu çocuğun potansiyeline yatırım yapacağız” dediğinde büyük çaplı bir tepki yaratan Emir Preldzic’in Türkiye forması giymeye başladıktan sonra bir anda kurtarıcı statüsüne yükselmesi gibi şeyler. Onu Dejan Bodiroga’nın varisi ilan edenlerin, “Neden kendi çocuklarımıza değil de Sloven/Boşnak çocuklarına yatırım yapıyoruz” sorusunun eski sahipleri olduğunu görmekten söz ediyorum.
Hashtag: TB2L’de iki yabancıya hayır.
- Bir çiçek, kaç bahar? -I 27 Mayıs 2013 03:53
- Kevin Ware'ın acısına bakmak 07 Nisan 2013 10:44
- Kapıdan 03 Mart 2013 08:20
- Yıldızların biraz üzerinde 17 Şubat 2013 10:30
- Gaipten yeni haberler 10 Şubat 2013 08:10
- Çamurun içinde 20 Ocak 2013 12:43
- Kötü bir tane 30 Aralık 2012 09:32
- Panoptikon 23 Aralık 2012 10:52
- Ev dediği ücra adadan uzakta 09 Aralık 2012 13:57
- Cennette huzursuzluk 02 Aralık 2012 10:19
- Belleksiz otlaklar ülkesi 25 Kasım 2012 11:01
- Basketbol eleştirisinin bugünü 18 Kasım 2012 11:41