Tek dillilik tedavi edilebilir bir hastalıktır
Fotoğraf: Envato
Yazının başlığındaki ifadeyi ilk olarak Şerif Derince’nin bir sunumunda duydum. Şerif; dil, dil edinimi, ana dilinde eğitim, dil ve eğitim politikaları konularında çalışmaları olan bir bilim insanı. Bu ifadeden anladığım, tek bir dile sahip olmanın, tek bir dilde ısrar etmenin hem bireysel hem de toplumsal boyutta saplantı düzeyinde bir hastalık olduğu ve bir insanın birden fazla dili öğrenebilecek ve/veya edinebilecek kapasiteye sahip olduğu ve bir toplumda birden fazla dilin iletişim aracı olarak kullanılabileceği. Bilimsel çalışmalar, çocukların, ana dillerinden başka dillerde iletişim kurmayı çok hızlı bir şekilde öğrendiğini gösteriyor. Türkiye’deki Ermeni okullarında da benzer bir deneyim yaşanıyor bir Ermeni okulunun yöneticisi olan Garo Paylan’a göre…
Şerif, Türkiye’de yaşanan ana dilinde eğitim sorununa ilişkin olarak ana dili temelli çok dilli eğitimi öneriyor. Bunun için de toplumsal olarak bu sorunla yüzleşmek gerektiğini ve geriye dönük olarak, kültürel asimilasyonların tahripkar etkisini giderici politikalara gereksinim olduğunu vurguluyor. Bu eğitimin yerel olarak toplumun bütün kesimlerince örgütlenmesi gerektiğini ve yerli bilgi ve deneyimine göre düzenlenmesi gerektiğini söylüyor. Tek dilliliğe karşı dinamik çok dilliliğin hedeflenmesi gerektiğini de belirtiyor.
Benim bunlardan anladığım, bu topraklarda bizim ana dillerimizin yok olmasına yol açan bir ortam yaratıldığı ve bu durumla acilen yüzleşilmesi gerektiğidir. Bu ortamın yarattığı ya da dayattığı tahribat ne boyuttadır? Annelerini ve babalarını, onların annelerini ve babalarını anlayamayan, kendinden önceki nesillerle iletişim kuramayan nesiller yaratıldı. Bu toprakların çocukları, geçmişlerinden koparıldı. Masallarını bile özgürce dinleyemediler. Kendi dillerinde ve kültürlerinde edebiyat da üretemediler. Boşluk hissi ve korku bireysel ve toplumsal dokulara işledi. Başkasını, ötekini tanımaktan, ötekiyle yüzleşmekten korktular çocuklar. Yabancı diye belledikleri bir başka dili bile öğrenmekten çekindiler. Gelecekten de hep kaygı duydular. Kapitalist üretim biçiminin de işine geldi bu. Devlet eliyle palazlanan sermaye bu korkulardan ve güvensizlikten beslendi. Tek dilde konuşan emekçilere ihtiyacı vardı sermayenin. Çok dillilik ve çok kültürlülük yüksek maliyetli bir durum yaratırdı. Hakim olan dili konuşmalıydı herkes. Hakim olan dile ana dili düzeyinde sahip olanlar bile dayatılan tek dil saplantısı nedeniyle sorgulamadılar içinde bulundukları durumu. Komşuları, arkadaşları, bu toprakları paylaştıkları öteki kişiler kimlerdi? Anlamak bile istemediler bunu. Hep bilinmeyen bir dil ya da azınlık dili olarak gördüler birlikte yaşadıkları dilleri ve kültürleri. İngilizce, Almanca, Fransızca ya da İspanyolca gibi dünyada yaygın olarak konuşulan batı dillerini bile “yabancı” diye belledikleri için zor öğrendiler. Tek dillilik, öz dil, tek kültürlülük, öz kültür saplantısıyla çok dilliliğin ve çok kültürlülüğün zenginliğinden yoksun kaldılar. Halbuki kültür mozaiğinden söz edilir bu ülkede. Mozaik dedikleri bütünü oluşturan parçaları bir arada tutmak için baskıdan ziyade sevgi, saygı ve barışın gerekli olduğu hep reddedildi. Kendi içinde sorunlu mozaik benzetmesi bile samimiyetten uzaktı.
Acıları tamir etmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Ama önce bu acıların baskıyla yaratıldığının kabul edilmesi gerekiyor. Ana dilinin korkmadan konuşulabildiği; çok sayıda başka dilin ve kültürün var olduğunun farkına varıldığı ve kabul edildiği ve hatta o dillerde konuşmaya gayret edildiği (ana diliniz baskın dil olsa bile); ana dilinde savunma yapılabildiği; bireylerin etnik kimliklerini belge ile kanıtlamak zorunda kalmadığı (bakınız:14 Ocak 2013 tarihli Evrensel gazetesi “Kürt olduğunu belgele”); insanların Ermeni, Rum ya da Süryani olduğu için öldürülmediği; farklı dil, din ve/veya kültürlerin çocuklarının aşklarının engellenmediği; bireylerin farklılıklar yüzünden eğitimde ayrımcılığa uğramadığı bir ülke için çok geç olmadan adım atmak lazım.
Tek dil, tek din, tek kültür savaşın, çok dil, çok din ve çok kültür barışın dili.
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13