Adaleti muza çevirdiler
Farkında mısınız? Balyoz davasının kararının gerekçesinin açıklanmasından sonra televizyon ekranlarında çok eğlenceli tartışmaları izler olduk.O kanal senin, bu kanal benim dolaşan “uzmanların” ardından izleyiciler de zaplaya zıplaya koşuşturuyor. Bu arada hiç bilmediğimiz kanalları da tanımış oluyoruz.Kimileri mahkemenin gerekçeli kararını adalete aykırı buluyor, kimileri de tam tersini söylüyor. Katılımcıların hepsi birden konuşmaya başlayınca. Program sunucusu trafik polisi ya da orkestra şefi gibi el kol hareketleriyle çırpınıyor:
“Yapmayın arkadaşlar, canlı yayındayız, biraz ayıp oluyor”
Sofraya otururken: “Ben tokum, ama hatırınız için birkaç lokma alayım” deyip de sofrayı silip süpürenler misali; “Ben hukukçu değilim ama” diye başlayıp adalet dersi verenler gırla…
“Ortaokul öğrencisine sorsanız, bunun adaletle ilgisi olmadığını söyler. Ben size işin hukuki tarafını anlatayım da işin aslını öğrenin… derken, en ağır hukuki yanıt karşıdan gelir:
“Terbiyesizlik etme! Sen bize adalet dersi mi vereceksin. Asıl sen öğren de gel!”
Kimi programlarda ideolojik kamplaşmaya, kimilerinde ise, kadınlar arası dayanışmaya tanık olunuyor…
Örneğin, iki kadın konuşmacı, erkeklerin sözlerini ikide bir keser, adam ne diyeceğini şaşırır:
“Sözümü kesmeyin, ipin ucunu kaçırıyorum.”
“Kesmiyoruz, ama şunu sormak istiyorum.”
“Dur sözüm bitsin öyle sor. Bak şimdi, ne diyecektim ben? Yine kaçırdım.”
Kadınlar arası dudak altından gülümseyip göz keyifli göz kırpmalar…
Uzatmaya gerek yok, tartışmalar bu minval üzere uzayıp gider.
Sununda izleyiciler adaletin muz olduğu kanısına varırlar:
İster elma ister domates, ne niyetine yersen odur adalet!
NÂZIM HİKMET’İ ANMAK
Nâzım Hikmet doğumunun 111. yılında çeşitli etkinliklerle anılıyor. Dünya şairini, unutulmaz dizelerinden birkaçıyla sevgiyle, özlemle anı-yoruz. Günümüzde yaşananları çağrıştıran “Bir Cezaevinde Tecritteki Adamın Mektupları”ndan birkaç dize:
“Senin adını / kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım. / Malum ya, bulunduğum yerde / ne sapı sedefli bir çakı var,/ (bizlere alat-ı katıa verilmez), / ne de başı bulutlarda bir çınar./ Belki avluda bir ağaç bulunur ama / gökyüzünü başımın üstünde görmek / bana yasak…”
PROVOKASYON BAĞIŞIKLIĞI
Şu bizim medyatik medya sağolsun, hemen her konuyu medyatikleştiriyor. Biliyorsunuz, Paris’te dünya basınında da yankılanan vahşice bir cinayet işlendi. PKK kurucuları olduğu bilinen, Kürt siyasetinde de önemli yerleri olan Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez gizemli bir şekilde öldürüldü. Olayın ayrıntılarını okumuşsunuzdur; biz oraya girmeden, bizim medyatik medyaya bir göz atalım.
Medyada tahminler birbirini izlemeye başladı. Ağırlık noktasını ise, provokasyon senaryoları oluşturuyor ve aman provokasyona gelip de başlayan süreci sekteye uğratmayalım dileğiyle son buluyordu. Bu konuda gerçekçi bir saptamayı Star’ın Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu yaptı, (Star, 14 Ocak) Çeşitli örneklere değindikten sonra: “Şimdi görüyoruz ki, insanlar provoke edile edile provokasyona karşı bağışıklık kazandılar” dedi..
KiM? KiM? KiM?
Uludere / Roboski’de 34 sivil insanın savaş uçaklarıyla bombalanarak öldürülmesinin üzerinden 386 gün geçti. Bombalama emrini kimin verdiği, kimin onayladığı hala açıklan(a)mıyor. Bunu elbet sürekli soracağız, ama sadece sormakla yetirmenin anlamı giderek aşınıyor. Çünkü, asıl sorumlular korkunun getirdiği endişeyle vurdumduymazlığı oynuyor. Zamanla unutulmasını umuyorlar. Bu güne kadar direnen, verilmek istenen tazminatı almayan Uluderelileri yumuşatmaya bakıyorlar.
Bu arada TBMM’de kurulan ve kamuoyunda Uludere Komisyonu diye anılan komisyon da henüz çalışmalarını bitirip de raporunu hazırla(ya)madı. Komisyonun AKP’li üyesi Van Milletvekili Gülşen Orhan’ın, görüştükleri askeri yetkililere atfen, “kendilerinin karadan müdahale hazırlığı yaparken, daha yetkili üst düzey bir kararla bombalamanın olduğunu” söylemesi de hayli ilginç.(Radikal, 14 Ocak)
Uludere’ye bakınca, bir anlamda günlük hayat normale dönmüş görünüyor. Yani eskisi gibi sınır ticareti yapılıyor. Yerel yöneticiler de, yörenin ekonomisini düşünerek buna eskisi gibi göz yumuyor.
Asıl sorun gözardı edilmemeli. Asıl sorun, adaletin yerini bulmasıdır. Adaleti aşındırmaya kimsenin hakkı olmamalı. Sadece Uludere’de değil, tüm ülkede herkesin adalete her zaman ihtiyacı var. Bu nedenle sivil toplum da daha kapsamlı biçimde konunun takipçisi olmalı, demokratik hakları kullanmalı.
DEMOKRATİK KAZANIM
Bu köşede iki hafta önce, yönetimsel bir anlaşmazlık nedeniyle altı yazarın (Ahmet Şık, Ertuğrul Mavioğlu, Nuray Mert, Banu Güven, Ece Temelkuran, Yıldırım Türker) gazeteleri BirGün’den ayrılmalarından ya da yazılarına son vermelerinden üzüntü duyduğumuzu belirtmiştik. Demokrasinin ciddi tehlikelerle karşı karşıya olduğu bir dönemde, mevzileri bırakmamak gereğine değinerek, dönmeleri dileğinde bulunmuştuk. Biz dedik de oldu, gibilerden kof bir düşüncemiz elbet olamaz, ama dönüşlerinden duyduğumuz kıvancı da belirtmeliyiz. Özgürlük ve demokrasi için yola devam!
ZOR BARIŞ
Provokasyon gündeme oturdu ya; Nazım Alpman da “barış aşamasında yapılan bu provokasyon için herkesin sağduyulu olmaya davet edildiğini” belirttikten sonra (BirGün 14 Ocak) sözü Kürtlere getiriyor:
Kürtlere yine matem düştü!
Seçimlere girmeleri zor!
Belediye başkanı seçilmeleri zor!
Başkanlıklarını tamamlamaları zor! Parlamentoda varlıklarını sürdürebilmeleri zor!
Şimdi –belki- barış yapılacak.
Kürtler için barış da zor!
EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!
Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.
Evrensel'i Takip Et