18 Ocak 2013

Tanrı Türk'ü korusun

DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

Yılbaşından birkaç gün önce Şehir Tiyatroları’nda “Zengin Mutfağı” oyunu sırasında yankılandı bu slogan: “Tanrı Türk’ü korusun”.
Başparmağın yüzük parmağı ve orta parmak ile birleştiği; işaret parmağı ile serçe parmağın kurdun kulakları olacak şekilde dikildiği o meşhur el hareketi eşliğinde. Ülkücülere, hatta her ne demekse “Türklük”e hakaret sayılmıştı oyun, bu nedenle hakarete maruz kalıyordu sahnelenirken...
İdrak yolları tıkanmış, iltihaplanmış bir fikirsizliğin, zamane artıkları işte!
Zengin Mutfağı’nın Şener Şen’li ilk sahnelenişini göremedik elbette, ama film versiyonunu TRT ekranında izledik birkaç kere. Bir mutfaktan kalkarak anlatılmış bir Türkiye hikayesiydi izlediğimiz. Oyuna yeni eklenen şarkılardan birinde diyor zaten; “40 yıllık bir oyun bu, eski değil, yeni de değil”.
Evet, hikaye hâlâ güncel, hâla gerçek olduğundan olsa gerek, yine birilerini rahatsız ediyor. “Yine” diyoruz, çünkü bu saldırı ilk değil. İlk sahnelenişinde de “bombalı saldırı”ya varan bir öfkeyle karşılanmıştı “malum kesim” tarafından...
Şimdi, oyunun yazarı Vasıf Öngören’in kızı değerli tiyatro emekçisi Aslı Öngören yönetiyor oyunu. İstanbul Şehir Tiyatroları’nın “puslu havası” içinde, çok büyük bir iş başarıyor oyuncularıyla, ekibiyle birlikte... Ne mutlu onlara.
Ve yeni gündem; “oyunun Şubat ayı programında yer almaması”... Sessiz sedasız susturmayı deniyor olmalılar bu kez... Sahip çıkmazsak, “sessiz sedasız” olacak her şey. Susmazsak, yeniden izleyebileceğiz belki de...
Dışarıdan gelen havlama sesleriyle simgelenen bir siyasi atmosfer vardır, “Zengin Mutfağı”nda. Cemal Süreya’nın Dersim Sürgünü’ne dair betimlemesi gelir aklımıza; “Tarih öncesi köpekler havlıyordu”... Havlayan o köpekler de “iki kulaklı” bir hayvandır sonuçta; kurdun ikiz kardeşi...
Oysa oyunun cümlesi çok açık ve basit: “İnsan kime hizmet ettiğini düşünmeli!” Evet, oyunun “beyaz bere” ve “küçük bir çocuksun önce / anne koynunda masum” şarkısıyla gönderme yaptığı suikastin yıldönümü bugün.
Hrant Dink’i, 1915’i, 1970’lerin siyasi cinayetlerini, 17 bin faili meçhulü, onbinlerce “faili belli”yi, bugün suikastlerle, operasyonlarla susturulmaya çalışılan barışın sesini, sosyal medyanın yeni yetme bordo klavyelilerini, nefretin her tonunu taşıyan zamane ırkçılarını...
Hepsini anlamak ve anlatma üzere, Nâzım Hikmet’e kulak verelim yine; Nâzım Orotoryosu’nda bile sansürlenen 5 mısrayla; “bakkal karabetin ışıkları yanmış / affetmedi bu ermeni vatandaş / kürt dağlarında babasının kesilmesini / fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin / bu karayı sürenleri Türk halkının alnına...”
Ne diyordu tiyatro salonunda yankılanan slogan: Tanrı Türk’ü korusun!
Evet, kesinlikle korusun. Özellikle de alnına büyük karalar çalmaya çalışanlardan...
Ve biz de affetmiyoruz, affetmeyeceğiz; dün de bugün de alnımıza kara çalanları...
Aynı şiirin devamında “bu kara leke”yi Kore’ye savaşa gönderilen Türk askerleri yüzünden duyduğu “utanç”a benzetiyor Nazım; “kızarıyor yüzün öfkeden ve utançtan / ve umumiyetle filan değil sırf sana ait / ve eli kolu bağlı bir hüzün...”
Ya biz; elimiz kolumuz bağlı mı bugün?
Öfkeden ve utançtan yüzümüz daha çok kızarmasın; eli kolu bağlı hüzünlerde kalmayalım diye; gün emek verme günü...
Çünkü, barış emek ister.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et