Aile ve şiddet
Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da, iki gün süren, uluslararası bir konferans düzenlendi: Aile ve Şiddet. Brezilya, Japonya, Arnavutluk, Polonya, Moldova, İtalya, Namibya, Avustralya bilim adamları/kadınlarıyla bu konferansa katıldılar. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının Kadın Platformuyla birlikte düzenlediği bu konferansın sonrasında 26 akademisyenin bildirisinin yer aldığı 559 sayfalık bir kitap yayımlandı.
Kitabın kapağına göre bu yapılan konferans bu konudaki ikinci konferansmış. Türkiye’den verilen bildiriler oldukça ilginç. Ama benim dikkatimi birisi kadın dört öğretim üyesinin verdiği İslami bildiriler çekti. Peygamberle Başlayan Bir Zihniyet Dönüşümü ile Aileyi Şiddetten Arındırmak (Doç. Dr. Huriye Martı), Kadına Karşı Muamelede Nebevi Tavır (Prof.Dr. İ. Hakkı Ünal), Kadına Yönelik Şiddete Kuran’ın Bakışı (Prof. Dr. Mehmet Okuyan), Kadın ve Aile Özelinde Karşılaşılan Problemlerin Çözümünde Asrı Saadet Örneği (Dr. Reşit Haylamaz).
Bu bildirileri okurken çoğunlukla dönemin olaylarının tarihe yansımalarıyla din kuralları ya da kutsal kitapla çelişkiler aklıma geldi ve bildirileri tamamlayamadım. Bu tür bildirilerin merkezinde İslam Peygamberinin yaşamı, dönemindeki olaylar ile Kur’an hükümleri yer alıyor. Ancak bunların bir toplumu değiştirmediği de bir gerçek. Dönemi yaşayan saygın bir Müslüman Peygambere duyduğu saygıdan dolayı karısını azarlamadığını ancak Peygamber ölünce bunu yapmaya cesaret ettiğini söylüyor. Şiddeti biriktirmiş olmalı.
Bir dinin inananlarının kurallara uymasını, şiddetten uzak durmalarını beklemek elbette bir düş. Konferansta İtalyan katılımcı Dr. Renata Pepicelli’nin İtalya’daki İtalyan ve Müslüman Göçmen Ailelerde Aile İçi Şiddet başlıklı bildirisi de bunu kanıtlıyor. Ancak bir dinin ilk yöneticilerinin, yani ilk halifelerin şiddetten uzak yaşamalarını ummak herhalde suç değil. Oysa tartışma konusu bir olay beynimde zonkluyor. Henüz bir cemaat dini olan İslam’da yöneticiler cemaatin tek tek olumlu oyuyla (biatle) seçiliyorlar. Ali, Ebu Bekir’in halifeliğini onaylamamış. Buna kızan Ömer ile Ebu Bekir evin kapısına gelip içeri girmek istiyorlar. Fatma, “Evime girmenize iznim yok” diyor. Ömer, “Ali dışarı çıkmazsa bu evi yakarım” deyip, kapıya odun yığıyor. Buraya kadar Sünni ve Şii kaynakları arasında pek ayrım yok.
Buradan sonrasında Ömer’in yaptıkları iki kaynakta farklı. Kapıyı yakmış mı da girmiş içeri belli değil. İçeri girip yatmakta olan Ali’nin başına dikilmiş. Ama arada Fatma kapının arkasına mı sıkışmış ne olmuşsa, çocuğu karnında ölmüş. Sünni yorumcular bu ölümü aşırı heyecan ve korkuya bağlar. Bu durum bir süre sonra Fatma’nın da ölümüne yol açacaktır.
Peygamberin kızı 18’indedir. Bu olay elbet politiktir ve bana hep ev baskınlarını hatırlatır: 12 Martlar, 12 Eylüller. Hani şiddeti önleyecekti İslam inancı?
Aile ve Şiddet konusunda dinsel bildiri verenler İslam’la toplumda geçimsizliklerin bittiğini iddia ediyorlar. Ben suikastları, huzursuzlukları hatırlıyorum. “Her şiddet ilişkisi bir iktidar ilişkisi ve ahlak anlayışı barındırır” der Nil Mutluer. Sonra bildiri kitabını açıyorum. H. Arent’in Şiddet Üstüne’sinden bir alıntı çarpıyor gözüme: “...hiçbir şey iktidarla şiddetin iç içe geçmesinden daha yaygın; hiçbir şey bu ikisinin katıksız ve dolayısıyla aşırı biçimlerinde görünmesinden daha nadir değildir.”
Evrensel'i Takip Et