Geçen yılların meşhur programı Yemekteyiz için seçilen orijinal karakterlerden biri, bir keresinde, uyduruk puanlamalarını tartışırken “Türk adaletine güveniyorum” diye söze başlıyor, diğer yarışmacılar lafa girince iyice coşup şöyle bağırıyordu: “Adaletin kendisi çok büyük bir laf. Sen o lafı kullanmayacaksın.” Adalet kelimesini çok sık kullanmak zorunda kalınca, insanın aklına gelen manasız televizyon çöplerinden biri. Belki de o kadar manasız değildir.
Televizyondaki adalet arayışı, başka kurumların önüne geçeli çok oldu zaten. Aile içi yamuk yapanların programı ayrı, kaybolan kızlarını arayan ailelerin başvuru mercii ayrı, gündüz kuşağını paylaştılar. Cemaat kanalı aile mahkemesi kurup üç çocuk yapmayan herkes hakkında gereğini düşünüyor, düzenli aralıklarla. Kendi adaletini kendi sağlayan film kahramanları gibi, hukuka güveni kalmayanların buluşma noktası, salonlarındaki televizyon.
Şimdinin yeni dizileri de aynı yolun yolcusu. İntikam, babasına tezgah kuran çetenin peşine düşen bir genç kadın üstüne, kılık değiştirip birer birer kötü zenginlerin hayatlarını karartıyor. Ezel’i andırıyor, orijinali bir Amerikan dizisi aslında ve tabii hepsi birden Monte Kristo Kontu’nun cebinden çıktılar. 20 Dakika adındaki, bir başka suçsuzluğu ispatlama hikayesi. Behzat Ç.’de suçluları kendi yöntemleriyle cezalandıran Doktor Barbaros ile Muzo’nun durumu farklı mı derseniz, zaten başkomiserinki bir adalet kavgası değilse ne, diyen de çıkar.
Kısacası, adalet her yerde maşallah. Çünkü adalet hiçbir yerde. Kumandayı hangi elinizle tutarsanız tutun yani, bu memlekette hayat, adaletin hayalini kurmakla geçiyor. Dün, öldürülüşünün altıncı yılında Hrant’ı ananların dilinde adaletten başka kelime olmaması bundan. Hukuksuzlukların en büyüklerinin hesabı sorulacak sanılırken, koca Ergenekon davasının itibarı, saçma televizyon tartışmalarıyla yarışacak hale gelirse, başka ne olacaktı? Gözlerini mahkemelere dikenler, Roboskî’de, KCK’de, canını korumaya çalışan kadınların davalarında ve her yerde, adaletin zerresini görmek için dikkatle bakıyor. Adalet, insanın kendiyle alay edilmemesini istemesi gibi bir şey.
Ama Hrant’a 301 mahkumiyetini veren, yani onu hedef haline getiren sürecin altına imzasını atan mahkemenin hakiminden kamu başdenetçisi yapanlarınki, alay etmek değilse, adalet hiç değil. Herkesin huzurla bir arada yaşaması mümkün olacaksa, ancak alay edilmezken olacak.
Bunun televizyon şovu da olmaz ki, çıkıp stüdyodaki seyircilerin yorumlarına başvurulsun. Televizyonun insafına kalırsa, adaletin olmadığı yerde intikam hortluyor. En son lazım olan şey. Bir müzakere ihtimaliyle bile barışa ne kadar ihtiyaç duyduğunu belli eden her cümle, ne güzel özetliyor her şeyi, günlerden beri. İntikamla konuşanlar, daha umudun kapısı aralanınca, köşelerine çekilmeye başladı. Barış kurulup adalet sağlandıkça intikamın sesi tamamen duyulmaz olabilir demek ki.
Haftanın son günü, bürolarını, derneklerini basıp başka onlarca kişiyle, Grup Yorum üyeleriyle birlikte apar topar gözaltına aldıkları avukatların takip ettikleri davaları alt alta yazınca, memleketin adalete uzaklığının ölçüsü ortaya çıkıyor. Avukatların gördüğü muamele hukuka uygun mu diye izlemeye gelen başka avukatlara biber gazı sıkılması, o uzaklıktan olunca, olağan gibi geliyor.
Öyleyse adalet, bazı televizyon programlarının tasası değil de gurur duyulacak bir memleket gerçeği oluncaya kadar, buradayız demektir.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et