20 Ocak 2013 13:51

İnat

İnat

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İnsan hakları için mücadele eden hukukçular tarafından kurulmuş ve merkezi Londra’da olan Redress, Ürdün’de benzer bir işlev üstlenen Mizan ile Danimarka’da işkence görenler için rehabilitasyon hizmeti veren Dignity’nin Ortadoğu bölge hukukçuları için düzenlediği bir eğitim toplantısı için Amman’da iken aldım üç Kürt kadınının, Kürtlerin özgürlük mücadelesinde yer alan isimlerin Paris’te alçakça katledilme haberini. Barışın yeniden dilimizin ucuna geldiği, ama her zaman olduğu gibi zihnimizde bir türlü şekillenemediği günlerden geçecektik belli ki! Acıları yetmezmiş gibi, uhulet ve suhuletle davranma çağrısı da Kürtlere yöneltildi hemen. Haberlerin ele alınışından, yapılan yorumlara buram buram nefret kokan, ırkçılığın doruklarındaki hassas mı hassas Türk vatandaşlarımız bu çağrıdan vareste tutulmuştu anlaşılan. Acıları dahi ötekileştirme becerisinde eline su dökülmez insanlarımız yaşanan her acıya, “ille de benim acım” diyerek zihninde barışın kırıntısı olmadığını da kanıtlamış oluyordu böylece. Her seferinde dilimizi ısırmak zorunda kalıyorduk. Bu sefer farklı olmalı, biraz daha yol almalıyız barışa, diye düşündüm uzaklardan. Kürt dostlarım bana hep “sende Kürt inadı var” derler. Bir halk bir özellik ile tanımlanabilir mi, tanımlanmalı mı bilmem ama bilirim ki, insan hakları mücadelesi yürütenler inatçıdır, inatçı olmalıdır. Başka türlü olmaz. Barış da!
İşkenceye karşı mücadelede hep bardağın doldurabildiğimiz kadarını önemseyen ve o bardağı tümüyle doldurabileceğimiz umudunu taşıyan, bu umudu da kulak verenlerle paylaşıp bardağa bir damla daha eklemeye gayret eden bir yerde duruyorum uzun yıllardır. İsterseniz buna inat deyin. Amman’daki toplantıda değişik ülkelerden, işkenceyi belgelediğim davaların avukatları da vardı. Somut kazanımlar üzerinden, umut verici bir çalışma yaptık. Yeni çalışmaların yolunu açtığımız, mücadelenin bileşenlerini zenginleştirdiğimiz duygusuyla ve memlekete dair kaygıları biraz da olsa hafifletmiş olarak döner dönmez, gelen ilk haberle kaygılarım da gerisin geri geldi yerleşti.
Türkiye çapında yedi ilde gerçekleştirilen operasyonda, Çağdaş Hukukçular Derneği, Halkın Hukuk Bürosu, Yürüyüş dergisi, TAYAD ve İdil Kültür Merkezi basılarak toplam 85 kişi gözaltına alınmıştı. İşkencelerin belgelenmesinde naçizane katkı sunduğum birçok davada avukatlığı üstlenen, aynı zamanda pek çoğu benim de avukatım olan Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlar, her gün adliyelerin koridorlarında dolaşırken, geleneksel sabaha karşı operasyonuna maruz kalmıştı. Bu geleneksel sabaha karşı operasyonlarının BM İşkenceye Karşı Sözleşme’deki “işkence” tanımının tüm kriterlerini doldurduğunu daha önce de ifade etmiştim. Yeniden tekrarlamakta fayda var sanırım. Bu gözaltına alma biçimi kendi başına bir işkencedir. Üstüne de, sevgili avukatım Taylan Tanay’ın yaka paça götürülüşünün videosu eklenirse, Cumhuriyet Savcılarının işkence suçunun cezasız kalmaması için görevlerinin gereğini yapması gerektiğini bir kez daha hatırlatayım.
Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile Yönetim Kurulu üyesi Oya Aslan ise bu geleneksel sabaha karşı işkencesinde yurtdışındaydılar. Ben bu yazıyı yazarken uçakları İstanbul’a indi. Elbette beklenen oldu. Duyduk ki, yolcuların çıkışına izin vermeyen yetkililer, polisin gözaltı işlemini yapmasının ardından yolcuları havaalanına almış. Bir teşhir davranışı ile karşı karşıyayız, kendilerince öyle düşünüyor olmalılar ama kimi teşhir ettiklerinin pek farkında değiller anlaşılan. Bulunduğu ülkeden kendilerine yönelik bu tutumun nedenlerini açıkça ifade etmiş ve geleceğini bildirmiş olan sevgili Selçuk Kozağaçlı zaten gerekenleri teşhir etmişti. Gözümüze sokmalarına hiç gerek yoktu.
Kolay değildir insan hakları mücadelesi, yolu engebeli ve sarptır. Biz çoğaldıkça, satır aralarını okuma becerisi kazandıkça bardak da dolacaktır. O bardağı dolduracak inadımızdan kimsenin kuşkusu olmasın.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa