Anayasal hak olarak güvencesizlik
1982 Anayasasının temel dokusu TİSK’in 1982 nisan ayında düzenlediği genel kurulda oluşmuştu. Genel kurulda belirlenen hedeflerin neredeyse tamamı 1982 Anayasası ile birlikte “anayasal” güvence altına alınmıştı. Grev yasaklarından genel olarak ekonomik ve sosyal hakların daraltılmasına kadar geniş bir yelpazede Anayasa, işçi sınıfı ve emekçiler için cendereye dönüştürülmüştü.
Şimdi “yeni Anayasa” için kollar sıvanmış durumda. Toplumun farklı kesimlerinin farklı beklentileri var. En önemlisi kaybedilmemeye çalışılan umut var. Ancak, yeni anayasanın sınıfsal konumlanışı konusunda pek “yeni” bir şey yok!
***
AKP, Anayasa Uzlaşma Komisyonuna mevcut anayasanın “Kamu hizmeti görevlileri ile ilgili hükümler” başlığı altındaki 128. Maddesinin değiştirilmesiyle ilgili teklif sunmaya hazırlanıyor.
1982 Anayasasının 128. Maddesi şöyle:
“Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir...”
AKP’nin sunmaya hazırladığı teklif ile 128. maddede yer alan “memur” kavramının kaldırılması hedefleniyor. Böylelikle kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin memurlar tarafından gerçekleştirilmesi zorunluluğu da anayasal bir ödev olmaktan çıkacak.
Eğer teklif, Anayasa Komisyonu tarafından kabul görür ve yeni anayasada yer alırsa, tüm kamu hizmetlerinde taşeronlaştırmanın, güvencesizleştirmenin ve sözleşmeli çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması beklenebilir.
***
2006 yılında çıkarılan yasayla SSK, Emekli-Sandığı ve BAĞ-KUR tek çatı altında birleştirilmişti. Bu yasayla birlikte memurların anayasadan doğan haklarına da el konulmuştu. Ancak, CHP ve dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru sonrası mahkeme yasanın “memurları ilgilendiren kısmını” 1982 Anayasasının 128. Maddesine dayanarak iptal etmişti. 2007 sonrasında ise yeni bir yasayla yeni göreve başlayan memurlar için geçerli olmak üzere yeni hak kayıpları gündeme geldi.
***
Mesele, sadece kamu görevlilerinin haklarının ortadan kalkmasından ibaret değildir. Söz konusu olası düzenlemeyle kamu hizmetlerinin “kamusal” niteliği de ortadan kalkabilecektir. Benzeri bir süreci hep beraber yerel yönetimlerde yaşıyoruz. Gerek Yerel Yönetimler Yasası’nda ve gerekse de Kamu İhale Kanunu’nda yapılan değişikliklerle neredeyse hiç bir hizmeti oy verdiğimiz belediye başkanlığından almıyoruz. Temizlik işlerini X taşeron şirketi yaparken, çevre düzenlemesini Y taşeron şirketi yürütmektedir.
Elbette bu durum hizmet kalitesini düşürmekte ama çok daha kötüsü şu ki; çalışma iklimi tamamen bozulmaktadır. Belediye işi “devlet işi” olmaktan çıkmıştır. Eğer bahsettiğimiz düzenleme gerçekleşirse, bu durum tüm kamu hizmet alanlarına yansıyacaktır.
***
Biliyorsunuz, denizcilik İşletmelerinin yönetiminde yıllarca hizmet veren İstanbul Şehir Hatları vapurları ani bir kararla İstanbul Büyükşehir Belediyesinin hizmet alanına dönüştürülmüştü. Belediye o dönemde henüz satılmamış olan İDO’nun (İstanbul Deniz Otobüsleri) bayrağını göndere çekmişti tüm vapurlarda. Değişen sadece vapurların ismi olmadı elbette, yılların deneyimiyle yetişmiş kaptanlar ve diğer tüm çalışanlar da değişti. Televizyon konulup hepsi Kanal 24’e ayarlandı. Eskiden “aileden” biri gibi anlayışlı ve kibar davranan güverte görevlileri yerlerini eğitimsiz taşeron işçilere bıraktı. Uzun yıllar kullanılan iskelelerin hepsi acemi kaptanların elinde paramparça oldu. Sonra İDO satılınca; Şehir Hatları marka ismiyle, yeniden belediye işletmeye devam etti vapurları.
Geçtiğimiz hafta Beşiktaş Belediyesinde taşeron şirkete bağlı olarak “temizlik işçisi” olarak çalışan Haydar Kayır, Beşiktaş vapuru yanaşırken suya düşüp öldü.
Öldü demek hafif kalır, dakikalarca halata asılı yardım bekledi. Ama ne onu kurtaracak cankurtaran, ne ucuna ip bağlı can simidi atacak bir görevli ne de vapurun motorunu durdurmayı akıl edecek kaptan vardı!
Haydar Kayır’ın güvencesi yoktu. Geride bıraktığı üç kız çocuğunun yaşamı bundan sonra çok daha güç olacak. İşçi Haydar’ın ölümü sadece geride bıraktığı üç kız çocuğu için değil hepimiz için unutulmayacak bir olaydır. Biz orada “kamu hizmeti”nin ne anlama geldiğini ve ortadan kalktığında neler yaşanabileceğini gördük!
Evrensel'i Takip Et