22 Ocak 2013 11:49

Totaliter toplum inşası ve sağlık: Mahremiyetin gaspı

Totaliter toplum inşası ve sağlık: Mahremiyetin gaspı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Okul öncesi yıllarımda oyun arkadaşım sormuştu: “Yaptığımız her şey alnımızda yazıyormuş. Ama onca yazı alnımıza nasıl sığar ki?​”.Bu sorunun güncel versiyonu soruyu üreten çocuktan ziyade “mutlak itikat” sahibinin bugünlerini ele verir.
Mahremiyetin kaybı ya da kayıt alına alınması bahsinde alınacak kolektif tutumda kültürel kodlar son derece önemli. İlk anda mahremiyete muhafazakar cenahın daha tutkuyla sarılacağı öngörülse de gerçek hiç de öyle değil. 2012 ülke değerler atlası çalışmasında soluduğumuz coğrafyanın gerek muhafazakarlık gerekse gündelik yaşamla dinin iç içeliği bahsinde 47 ülkenin en önünde yer alması bunun kanıtı.

Bırakın insanların düşünceleri, inançları, siyasal aidiyetleri nedeni ile fişlenmesini sağlık kurum ve verilerinin bile birer istihbarat aracı kılınmasına bu kesimlerin bir itirazı yok. Yoksa onlar “Tanrı’nın bildiğini devletten sakınmaya gerek yok” diye mi düşünüyorlar; anlamaya çalışmalıyız. Ve onlara sorabilmeliyiz aynı zamanda; hangi devlet?

Evet, yaşadığımız ülke giderek her anın kayıt altına alındığı bir akıl tutulması yaşıyor. Referanslarının aynı zamanda din olduğunu beyan eden bu iktidar periyodunda nerede ise her iki erişkinden birisi oyları ile ‘Cehennemin ahiretten bu güne taşınmasına’ onay vermiş oluyor adeta. Her inanç / ideolojik zemine dayalı yönetimde sonu belirleyen tam da budur. İslam dini kendi inanç bütünselliği içerisinde “Tanrı’ya şirk koşma” hususunu önemser. Alanım değil, fazlasını yazmam doğru olmaz. Ama bir soru sormadan da eksik kalır anlatacaklarım. “Amel defterinden” ilhamla oluşturdukları tüm o mahrem kayıtlar dinlerde meleklerin işi değil miydi?

Belli aralıklarla bu köşeden sizlere sağlıkta mahremiyetin gaspı ve ilgili kurumlarının istihbarat ilintili hale getirilmesini paylaşıyorum; algılarımı kolektif bilince taşımanın sorumluluğundaki yalnız kalışı sizlere hissettirmeye çalışıyorum.

Ülkede akıl tutulması ile vicdan körleşmesi sarmaş dolaş; sonumuz hayrola! Klişeler üzerinden itiraz kültürü ne yazık ki sonuç aldırıcı olmaktan yoksun. Elbette ülkenin herhangi bir yerinde resmi kurumların halkı fişlemesi üzerine gitmek gerekiyor. Ama aynı zaman diliminde SGK kapsamındaki tüm insanların istihbarat amaçlı fişlenmesi bahsini ciddiye almazsak itiraz etme kültürümüzü sorgulamamız gerekiyor.

Nihayet geçen haftadan bu yana bu konu farklı gazetelerde de yer almaya başladı; olumlu bir gelişme. Hatırlarsanız geçen çarşamba “Suyun Başı Sağlık” başlıklı yazımı yine bu konuya ayırmıştım. Sonrasında perşembe günü CHP Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı düzenlediği basın toplantısı ile “SGK’nin tüm yurttaşların hastalıklarından kullandığı ilaçlara çeşitli verileri 72 milyon TL’ye bir özel firmaya sattığını açıkladı. T.C. Kimlik numarasından adres ve telefon bilgilerine, aile geçmişinden alışkanlıklarına nice mahrem veri” iddiaya göre piyasanın insafına terk edilmiş oldu.

Bu basın açıklamasına denk bir zamanda bir açıklama daha geldi ki tuzu biberi oldu ahvalimizin. Sağlık Bakanlığı ve SGK “Milletvekili ve yakınlarının elektronik reçete dışına çıkartıldığını” emretti hekimlere. Hekim meslek örgütü TTB haklı olarak bir basın açıklaması ile sordu: “Hani sağlık verileri güvenli idi? Mebusa var da halka yok mu?​”

Emek ve demokrasi sevdalıları yeterince farkındalık yaratıp itirazı kolektif bilince taşıyamazsa totaliter devlet inşası giderek totaliter toplum ile buluşmuş olacak.

Bu vesile ile geçen haftaki yazımı kısmen tekrar paylaşmak istedim:

Suyun her başını tutan için çokça şey söylenebilir elbet. Ama ben bugün sağlığın istihbarat aracı kılınmasına dair verileri paylaşmakla yetineceğim. İşte birlikte okunası bir haber kupürü: “Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığının ortak yürüteceği çalışma ile şizofrenlerin suça iştirak etmelerinin önüne geçilecek. Buna göre, Sağlık Bakanlığı ile irtibata geçen EGM, Türkiye’de ruh hastalıkları merkezlerinde tedavi gören ya da hiç hastaneye gitmemiş şizofrenleri kayıt altına alacak.”

Bir başka örnek şimdilik özel hastanelerle sınırlı: “Yatan tüm hastalar emniyete GBT için bildiriliyor, arama kaydı olanlar taburculuk gününün hastane müdürünce ihbarı ile kapıda gözaltına alınıyor”. Yani doğumhaneden yuvaya değil hapishaneye yılları başlatıldı diyebiliriz.

Buna SGK’nin hepimizin banka hesaplarına izinsiz ulaşma olanağını ekleyin; yanına özel muayenehanelerdeki en mahrem verilerin Sağlık Bakanlığınca talebini koyun; yetmedi derseniz tüm hastaneler için “avuç içi damar tanıma cihazı” alım ihalelerini koyun sizi büyük biradere götürecektir.

Diyebiliriz ki emniyet arşivlerinde tüm nüfusun parmak izi kayıtları yok. Velev ki durup dururken işe koyuldu yer yerinden oynar değil mi? Ama güvenlikçi devlet aklı çözümü buldu: “İşin başı sağlık”. Herkesin yolu sağlık kurumlarına düşer eni sonu; aynen vahşi yaşamda avını suyun başında bekleyen hayvanlar gibi! Boşuna değil sosyal bilicilerin vahşi kapitalizmden dem vurmaları; öyle ya!

Gazete haberleri alınacak avuç içi damar tarama sistemlerinin toplam maliyetinin 60 milyon doları bulacağını yazıyor. SGK gerekçe olarak da sahte evrakla sağlık hizmet alımının önüne geçmeyi planladığını iddia ediyor. İnandınız mı? Oysa sağlıklı kalmak doğuştan gelen bir haktır ve ücretsiz olmalıdır.

Buradan bakarak bir kez daha demeliyiz ki “sağlığımızdan ve özgürlüğümüzden asla vazgeçmeyeceğiz”.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa