Afrika yeniden ayağa kalkacaktır!

Bundan 40-50 yıl önce olsaydı, Afrika’da herhangi bir eski sömürgeci güce karşı savaşan grupların adı, “Halk Kurtuluş Ordusu”, “Halk Cephesi” vs. olurdu. Örneğin bugün Mali’de Fransa’ya karşı direnmeye çalışanlar, “Azavad Halk Kurtuluş Ordusu”, “Demokratik Mali Halk Cephesi”, veya “Kızıl Tuareg Gerillaları” diye adlandırılabilirdi. Şimdi hepsine birden, “radikal İslami gruplar” ya da “İslamcı terör örgütleri” deniyor…

Aslında adlarının ne olduğundan bağımsız olarak, bugün Mali’de Fransa merkezli emperyalist koalisyon saldırısına karşı direnen grupların 40-50 yıl önce Afrika’da kurtuluş hareketleri yürüten örgütlerin taleplerinden ve savaş gerekçelerinden temelli bir farkları yok. Sorun yine sömürgecilik artığı yağmacılık ve hegemonya mücadelesidir.

Ne var ki, o dönemin temel özelliği dünyanın iki kutuplu olarak şekillenmiş olması ve kurtuluş ideali taşıyanların kendilerini ister istemez sosyalist, komünist, devrimci kampta konumlandırmalarıydı. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere, Çin, Küba, Çekoslovakya gibi ülkeler, silah ve askeri malzeme, ilaç ve gıda yardımı yapıyorlardı ve Afrika’nın yeni sömürgeciliğe karşı savaşan halkları bu karşılıksız yardımların hakkını vermek için bölünmüş dünyanın solunda yer alıyorlardı. Kavuşmak istedikleri ulusal bağımsızlık ve demokrasi hedeflerinin, emperyalist kamp tarafından gönüllü olarak verilmeyeceğinden, “Sosyalist kampın” ise böyle bir kurtuluş durumundan dünya çapında avantajlı çıkacağından kuşkuları yoktu. Halk kurtuluş savaşları ya da gerilla mücadeleleri bu biçimlenme koşullarında, yalnızca özgürlük için savaşmakla kalmıyorlar, aynı zamanda yeni bir halk kültürünün gelişmesinin de öncüsü sorumluluğuyla davranıyorlardı. Tanzanya, Zimbabwe gibi ülkelerde, iktidarı ele geçirmeden önce, Afrika’ya özgü halk komünlerini toprak mülkiyetinin temeli yapmaya çalışırken, bir yandan da kültürel gelişmenin önünü açacak tedbirler alıyorlar, henüz doğru dürüst çiftçiliği bile bilmeyen halk yığınlarına sinema, tiyatro, edebiyat götürmeye çalışıyorlardı.

Bugün Timbuktu’da yaşananlara bakınca, iki dönem arasındaki farklılığın yalnızca adlardaki farklılık olmadığını görüyoruz. Emperyalist saldırıya karşı (Ne yaptıklarının tam da bilincinde olmadan) direnen “İslamcı örgütlerin” bir yandan da büyük bir kültürel yıkım yaptıklarını öğreniyoruz.

“Ensar örgütü, İslam medeniyetinin şaheser örneklerinden Timbuktu’yu adeta yok ediyor” diye yazdı Yeni Şafak gazetesinde İbrahim Karagül. Kütüphaneler yakılıyor, Sufi geleneğinin mirası yok ediliyor. Dünya mirası olarak kabul edilen Timbuktu harabeler kenti haline getiriliyor. Hıristiyan halka karşı acımasız saldırılar düzenleniyor.

Bu noktada, bu “kültürsüz” direnişin emperyalist saldırıya uğrayan diğer ülkelerdeki sonuçlarını da hatırlayabiliriz. Yaklaşık on yıl önce, Irak işgal edilirken, “Yeni bir Vietnam olabilir mi” sorusunu sormuş ve “hayır” cevabını vermiştik. Çünkü Irak’ta ve bugün Mali’de direnen güçlerle 40-50 yıl öncesinin direnişçileri arasındaki temel fark, yalnızca boy verdikleri dünyanın niteliğinin değişmesinden doğmuyor; aynı zamanda mücadeleye karakterini veren kültür farklılığı da belirleyici bir rol oynuyor.
Afrika’da büyük umutlarla halk demokrasilerini kurmuş sonra da yenilerek geri çekilmiş “Afrikalı sosyalistlerin” yeni bir dünya yaratma heves ve cesaretiyle attıkları adımlar, günümüz direnişlerine ve yakın gelecekte Afrika’nın pek çok bölgesine yayılma eğilimi gösteren mücadelelerine ilham vermesi için bu deneyimler dayanak olacaktır. Lumumba, Nkrumah gibi devrimci önderler çıkarmış, Che Guevera’nın enternasyonalist heyecanına ev sahipliği yapmış bu kıtanın kendine yaraşır bir antiemperyalist yanardağ olarak yeniden patlaması için tarihsel ve sosyal koşullar hâlâ vardır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et