31 Ocak 2013 10:15

Palavra ya da palaver

Palavra ya da palaver

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçen hafta ülkenin tek hakimi, uzun tutukluluk sürelerinden şikayet ediyordu:  “TSK’nin özellikle bu dönem içersinde şu anda geldiği nokta bana göre kendi demokratik parlamenter sistemi ile en uyumlu çizgiye gelmiş durumdadır. Şu anda içeride 400’e yakın emekli, muvazzaf subay, astsubayımız var. Ağırlıklı kısmı tutuklu… Bu arada mağdur şüpheli şeklinde zaman zaman çağrılanlar oluyor. Bazılarında bir de ajan meselesi ortaya çıktı biliyorsunuz. Hele hele çok daha ağır olan; örgüt kurmaktan, örgüt elemanı olmaktan… Böyle bir şeyin delili kesinse ver hükmünü işi bitir. Ama elinde kesin hükümler yok da sen yüzlerce subayı, astsubayı örgüt elemanı olarak veya örgüt kuran olarak, hele hele emekli genelkurmay başkanını kalkar bu şekilde değerlendirirsen, burası gerçekten Silahlı Kuvvetler içinde bütün moral değerlerini altüst eder. O zaman terörle nasıl mücadele edecek bu insanlar? Benim Genelkurmay Başkanım sağ olsun ta Şemdinli’ye kadar gidip operasyon yönetebiliyor. Çünkü diyor ki ‘Ben gitmezsem oradaki subayım teröriste karşı can feda mücadele veremez.’ Ama siz şimdi orada bu mücadeleyi veren insanlara arka taraftan ‘Bu örgüt elemanıdır’ dersen, ya nasıl oluyor da bu örgüt elemanı gidiyor da bu terör örgütü ile orada bu mücadeleyi veriyor? Bu yenilir yutulur bir şey değil.” (25 Ocak 2013, 24 TV’deki konuşması)
Sayın Başbakanın, kendisini, “Ergenekon” terör örgütünün hakimi ve savcısı ilan ettiği bir dönem kapanmış demek ki…
***
Ülkenin tek hakimi, “terör örgütleri” ile her alanda mücadelesini tek başına sürdürürken de şunları söylemişti:
“Son KCK operasyonları... Kimse bizden bunun da durmasını beklemesin. KCK operasyonlarını eleştirenlere uyarımı ben yine yapıyorum: KCK’yi iyi tanımanız lazım. İyi tanımıyorsanız ehillerinden iyi öğrenmeniz lazım. KCK’nin nereye vardığını bilmeden ve bu işin içerisinde kimlerin ne tür rol üstlendiğini bilmeden yaptığınız açıklamalar, ister medyada olsun, ister şurada, ister burada olsun; nerede olursa olsun teröre destektir, teröre hizmettir. Bu kadar açık konuşuyorum. Çünkü biz devletin içinde devlete paralel bir devlet anlayışına müsaade edemeyiz. Türkiye’de tek devlet vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. İkinci bir devlet olamaz. Bu ifadelerim sebebiyle beni ‘devletçi, milliyetçi’ diye ifade edenler varsa, bu ifadeleri kullanmak devletçilikse, milliyetçilikse evet, devletçiyim, milliyetçiyim. Çünkü biz bu gerçekleri ortaya koymaya mecburuz.” (7 Kasım 2011, Rize)
***
Ülkenin tek hakimi; yasama ve yargıyı, yürütmenin icraatlarının önünde bürokratik bir engel olarak görüp, “terör örgütlerini savunanlarla” mücadelesini kuvvetlendirdikçe şunları da söylemeye başladı:
“Bir apartman dairesinde, gecenin yarısında avukatlar toplanıp, 11 çelik kapı, orada ne iş görür? Bu çelik kapıların arkasında, ardında acaba neler yapılıyor? Kim bunlar? İşini iyi bilen avukatlar. Bakıyorsunuz bazı avukatlar, onlar da o avukatlarla ilgili “Avukatlara müdahale edilemez.” Hadi canım sen de, nasıl edilemez?.. Eğer bunlar teröre yataklık, yandaşlık yapıyorsa bal gibi de edilir, hukuk devletinde edilir. Avukat hakkı hukuku savunacak, terörizmi değil. Kim ne derse desin. Avrupa şöyle demiş, bizi ilgilendirmez. Biz ne diyoruz o önemli. Hak hukuk neyse o önemli.” (30 Ocak 2013)
***
Avrupa’nın en batı ucunda bir haç dikili… Bu anıtın üzerindeki kale ve hisar figürlü amblemde, tarihsel olarak Arap etkisini yansıtan ay-yıldız simgesi de var. Bu haçın altında poz verip, ay-yıldızdan feyzalarak “tweet” atan AB Bakanı şöyle demişti: “Portekiz’de Avrupa’nın en uç noktası Cabo Da Roca’daki anıttayız. Avrupa kıtası Ay-Yıldızımız ile başlar ve biter.” (20 Eylül 2012)
Onun Başbakanının ise vakti zamanında “Beni buraya bu haçı göstermeye mi getirdiniz?​” dediği rivayet olunur.
İşte, o memleketin dilinde  “laf”a “palavra”; “palavra”ya yani “boş lafa” da “palaver” diyorlar…
***
İktidarda bunca “palavra” ya da “palaver”, Türkçesi “kuru laf kalabalığı”; ağızlarda sakızdan ibaret kalmış hak ve hukuk; alabildiğine din ve ahlak sömürüsü oldukça; toplumsal muhalefette ise bu saflık ve dağınıklık sürdükçe, zulüm düzenine halel gelmez, bir ömür boyu daim olur.
Gazeteciler, hapisteki meslektaşlarını savunurken, çalıştığı kuruma ya da fikirlerine göre ayrımcılık yaparsa; gazeteci, fikirlerinden dolayı hapse giren sendikacıyı, yazarı, bilim insanını, öğrenciyi, avukatı, belediye başkanını savunmaktan kaçınırsa; sanatçı, kişilik hakkı ihlallerinden yakındığı basının özgürlüğüne sahip çıkarken ikircikli davranırsa; işçi sınıfı, basın ve ifade özgürlüğü mücadelesinin tümüyle dışında kalırsa; demokrasi mücadelesi sınıf hareketini dışlarsa; herkesten önce politize olan Kürtler, Başbakanın “başkanlık” hayaliyle belirlediği 19 aylık oyalama sürecinin ayırdına varamayıp, hak arama mücadelesini kendi kulvarına sıkıştırırsa; toplumun mağdur bütün kesimlerini derleyip toparlayacak bir siyasal muhalefet bloku oluşturulamazsa; bu “palavracı” zulüm düzeni değişmez.
***
13 Aralıkta ve 10 Ocakta Ergenekon davasından yargılanan meslektaşlarımız için Silivri’deydik.
4 Şubatta da KCK davasından yargılanan Kürt medyasından meslektaşlarımızla dayanışmamızı göstermek için Silivri’de olacağız.
Kimseye akıl vermek ya da yol göstermek haddimiz değil ama tüm toplumsal muhalefeti de Silivri’ye bekleriz.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa