4 Şubat 2013

Böyle, nereye kadar?

Geçtiğimiz yılın son ayının ortalarında İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan’la başlatılan görüşme sürecinin giderek bir açmaza doğru sürüklendiği endişesi büyümektedir.
Bir yandan “İmralı’da görüşmeler hükümetin beklentilerine yanıt verecek biçimde sürüyor” denilerek görüşmelerin sürdürülmesinin bile bir müjde olarak verilmesinin yanında Erbil üstünden Kandil’le (PKK ile) de görüşmelerin yapılacağına dair haberlerle de sürecin işlediği pekiştirilmektedir. Ama öte yandan operasyonlar sürmekte, görüşmelerin kendisi bile Kürt siyasi güçlerine karşı baskı aracı olarak kullanılmakta, Hükümetle BDP arasındaki gerilimi artıracak kavgacı üslupta ısrar edilmektedir.
Oysa görüşmeler yeni yılın ilk günlerinde kamuoyuna duyurulduğunda, kimi aşırı milliyetçi çevreler dışında her kesimden olumlu tepki almış, “savaşa dur” denecek ve “Kürt sorununda demokratik çözümün kapısını açacak bir sürecin başlangıcı” olarak algılanmıştı. Dolayısıyla da bu görüşmelerin giderek sorunun çözümü için ciddi adıma dönüşecek bir müzakere sürecine evrilmesi dilekleri dile getirilmişti. Denebilir ki AKP Hükümeti, Kürt sorununun çözümüne dair girişimlerinde en geniş desteği de bu son “görüşme” sürecinde almıştı.
Peki, o günden bugüne, üstünden bir buçuk aydan fazla zaman geçmesine karşın nasıl bir aşamaya gelindi?
Eğer, Milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akat’ın İmralı’da Öcalan’la görüşmeleri bir yana bırakılırsa, görüşmelerin seyri konusunda Türkiye kamuoyu ve bu görüşmelerin gayriresmi de olsa muhataplarından biri olarak kabul edilen BDP’ye hiçbir bilgi verilmediği (BDP yöneticilerinin ifadesi böyle) biliniyor. Bunun da ötesinde “İmralı’ya gönderilme”nin BDP’nin hareketsizleştirilmesi için baskı unsuru olarak kullanılmak istendiği de görülüyor.  
Başbakan sanki sürekli kamuoyunu bilgilendiriyormuş gibi her vesileyle görüşmelerin sürdüğüne değiniyor, ama bunların, ne görüşüldüğüne dair bilgiden çok, kamuoyunu maniple etmeye yönelik “özel değerlendirmeler” olduğu görülüyor.
Başbakan ve Hükümet erkanı, “Süreç hassas, herkes sussun sadece Başbakan ve sözcüleri konuşsun” diyor. Ama onlar da şunları konuşuyorlar:
-“İmralı’ya BDP Heyeti gidebilir ama şu gün gidilecek diye bir tarih yok. Zaten bu tür görüşmelerde bir tarih de verilemez”miş!
- “İmralı silah bırakılmasına dair iyi bir noktaya geliyor, Avrupa ve Kandil’e iyi mesajlar veriyor”muş!
- “Silahlar ha bıraktırıldı ha bıraktırılacak aşamaya gelinmiş”miş!
- “Silahlar bırakılırsa, isteyen istediği ülkeye gidebilir”miş!
- “Örgüt çökmüş, eylem yapamaz hale gelmiş durumda”ymış!
- …
Başbakan ve diğer Hükümet ve AKP sözcülerinin söyledikleri bunlar.
Söylenenlere bakarsanız neredeyse sorunu çözmüşler!
Elbette bunca savaş ve yıkımın üstüne gelen bu görüşmelerden herkes de “çözüm”, hiç olmazsa bir çözüm doğrultusunda adımlar, “Görüşmelerden verilecek iyi haberler” bekliyor.
Başbakan ve sözcüleri bu duygulara hitap eden açıklamalar yapıyor, böylece de görüşmeler için kamuoyunun beklentisini karşı taraf için bir baskı aracı olarak kullanmak istiyorlar. Kendisini ise görüşmelerin tarafı olmadığını çarpıtmasını kullanarak, “terörle mücadeleye devam” demeyi sürdürüyor.
Şu açıkça ortaya çıkmıştır ki, Hükümetin görüşmelerin başlatılmasının arkasında Kürtlerle Türklerin gönüllü olarak bir arada yaşamalarını sağlamayı amaçlayan bir anlayış yoktur. Tersine “Terörün ortadan kaldırılması” adına Kürtlerin kolektif haklarını reddetme ve ”Kürt vatandaşın sıkıntılarını çözmeye” indirgenmişlik vardır. Bugün yürüyor denilen ve yürümesinden de memnuniyet bildirilen görüşmeler bizzat hükümetin bu yaklaşımının tehdidi altındadır. Süreç ilerledikçe; eğer bu tehdit tarafından çökertilmezse, görüşmelerde gerçek adımlar atılması gündeme geldikçe bu anlayışın baskısı daha derinden hissedilecek görünmektedir.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et