13 Şubat 2013

Transferler güzel de ya sonrası?

Ara transfer döneminde gelerek, takımlarına katılan oyuncuların ilk onbirlerde boy göstermesiyle birlikte, ligin biraz daha renkleneceğinin işaretlerini bu hafta gördük. Geçmiş yıllara göre, isimler açısından bakıldığında, oldukça hareketli geçen ara transfer dönemi, aslında Türkiye liginin “gerçekliği” hakkında da önemli ipuçları barındırıyor.
Şampiyonluk yarışı ve Avrupa’da iddialı Galatasaray ve Fenerbahçe’nin, ara transfer döneminde iki farklı strateji izlediğini söylemek mümkün. Galatasaray, Wesley Sjneider ve Didier Drogba ileses getiren, yıldız oyuncu transferlerine imza attı. Bütün futbol kamuoyunun mutabık olduğu gibi, kariyerleri tartışılmaz başarılarla dolu olanbu iki oyuncunun, takıma katkısının nasıl olacağını önümüzdeki dönem göreceğiz. Ancak bu transferlerin esas nedeninin psikolojik bir üstünlük sağlamaya dönük olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
Fenerbahçe ise son aşamasına kadar geldiği Belhanda transferinden, aşırı talepler nedeniyle vazgeçmesinin hemen ardından, Emre Belözoğlu, Pierre Webo ve Reto Ziegler ile anlaştı. Bu transferlerde yıldız oyuncudan ziyade, takımın aksayan yönlerine ilişkin efektif tercihlerin ön plana çıktığını söyleyebiliriz.
İki takımın transfer stratejisinden hangisinin doğru olduğunu, hangisinin başarılı olacağını, şu an için tartışmak, sadece TV’lerde zaman doldurmaya oynayan spor programlarının işine yarar. Bekleyip hep beraber göreceğiz.
Ancak çok az kişinin vurguladığı bir noktanın altını çizmekte fayda var:  Gerçekleşen ya da gerçekleşmeyen bütün transferler, Türkiye liginin sözde “marka değeri” ni ortaya bir kez daha koydu.  Açıkça yazmakta fayda var. Türkiye’ye yetenekli, yıldız futbolcuyu ancak İstanbul’a,  üç takımdan birine getirebilirsiniz. O da her istediğiniz futbolcu değildir.
Mesela 3 sene önce Drogba ‘yı kimse Türkiye’ye getiremezdi. Avrupa’da oynayan genç, yetenekli, yıldızı parlayan bir oyuncuyu, eğer çok sorunlu değilse, Türkiye’ye getirmek mümkün değildir. Düşünün ki bu yıldızları hava alanında coşkuyla karşılayan bir çok insan fırsat bulduğu anda soluğu, Londra, Paris, Münih ya da Madrit’te alacakken, genç, yetenekli, başarılı futbolcu niye tersine İstanbul’a gelsin?
Roberto Carlos, Pierre Van Hoijdonk gibi Drogba ve Niang’da mesleklerinin sonbaharında Türkiye’ye iyi para kazanmaya geldiler. Bu futbolcular faydasız mı olur? Hayır, ancak sadece günü kurtarırlar.
Kaldı ki günümüz “endüstriyel futbolunun/sporunun ” koşullarında bu transferlerin de artık ciddi bedeli olduğunun altını çizmek gerekiyor. UEFA’nın finansal kriterlerinin Beşiktaş’ı bu sene nasıl zora soktuğunu hep beraber gördük. Üç büyük takımın en büyük özelliği sadece futbol kulübü değil “spor kulübü” olmaları. Futbol dışında birçok amatör branşta yarışan bu kulüplerin gelir-gider dengelerini “bütün” üzerinden kurgulamaları gerekiyor. Voleybol, basketbol, masa tenisi, atletizm gibi branşlardaAvrupa’da başarıyı hedeflemek yerine, meslek hayatının sonbaharında olan bir futbolcuya para akıtmayı hedeflediğiniz zaman, “spor kulübü”  olabilir misiniz? Geleceğinizi planlayabilir misiniz?
Drogba’yı transfer edip, maaşı ödenmeyen kadın ve erkek basketbol oyuncularınızı elinizde tutamıyorsanız, önemli bir finansal yönetim zafiyetiyle karşı karşıyasınız demektir.Aslında bu transfer dönemi, Salih Uçan, Recep Niyaz, Beykan Şimşek, Oğuzhan Özyakup gibi genç futbolcuların memleket futbolu için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.
Neyse, kredi kartının taksitini ödeyemeyen genç taraftar,  “Belhanda’ya niye 2 milyon Euro daha vermedik ?​” diye sorduğu zaman, “alt yapı” ve “sabır” sözcüklerizaten öksüz kalıyor.Memleket futbolunun gündemi de durumu her haliyle anlatıyor:  son 20 yıldır medya yöneticileri ve yorumcuları aynı, bir takımdan diğerine “nöbet” değiştiren teknik direktörler aynı, kulüp yöneticileri aynı, taraftar gruplarının “liderleri”  hiç yaşlanmıyor onlar hep “genç” hep aynı, kısaca zihniyet aynı;  bir “Aziz Yıldırım” istifa etse her şey düzelecek.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et