Hükümeti yıpratan yargı
Fotoğraf: Envato
Gazetecilere özgürlük kampanyasını başlattığımız ilk aylarda, mahkemelerden “tutuksuz yargılama” talep ediyorduk. İktidar sahipleri gibi hiyerarşik düzen içinde bir “nüfuzumuz” olmadığından, yaptığımız etkinlikler “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” sayılmazdı; fakat “Hakimlerin ve savcıların vicdanlarını etkilemeye teşebbüs ettiğimizi” de gizlemedik. Basın ve ifade özgürlüğünü ayaklar altına alan bu kanunlar karşısında hitap edebileceğimiz tek yer onların vicdanlarıydı çünkü… Ama başaramadık…
Genel seçimlerden sonra üslup değiştirdik; “Parlamento harekete geçsin, ‘vicdanları kanatan’ bu yargısız infazlara dayanak oluşturan kanunları değiştirsin” demeye başladık. Ama parlamento, kendi mensuplarını bile hapisten çıkaracak adımları atamadı; toplumun kanayan yarasına nasıl çözüm üretsin!
***
Şimdilerde ise siyasi iktidarda bir üslup değişikliği dikkati çekiyor. “Darbelerle mücadelede” kararlı bir siyasi iktidar görüntüsü vererek demir parmaklıkların arkasına gönderdikleri generalleri “terörist, darbeci” suçlamasıyla “itibarsızlaştırma” dönemini kapatıp, “İnsani yaklaşıma açılım” sürecine geçiyor Başbakan. Tek adamın bu açılımı, çevresindeki erkanda ve “itibarsızlaştırma” araçlarında da yerini buluyor hemen.
***
Tek Adamın Basından Sorumlu Yardımcısı, yargının uzun tutukluluk kararlarından yakınıyor: “Toplumda belli görevleri, itibarları, saygınlıkları olan veya toplumda bugüne kadar yaptıkları görev itibarıyla belli noktalara gelmiş olan insanların delillerin tamamı toplandıktan sonra tutuksuz olarak yargılanmalarının daha doğru olacağını düşünüyorum. Bunlar bize karşı eylem yapmış olsalar bile.”
Daha sonraki demeçleriyle, bu sözlerini daha da açıyor:
“Bürokraside önemli noktalarda görev yapmış insanlar ister sivil, ister asker bürokrasisi olsun, üniversitelerde rektörlük noktasında görev yapmış insanlar, gazeteciler… Yani toplumda belli bir yeri, görevi ifa etmiş olan insanların yargılanmasında da bu prensibe mutlaka dikkat edilmelidir. 2011 yılının yedinci ayından itibaren pek çok programda uzun tutukluluk sürelerinin cezaya dönüşmemesi gerektiğini, bundan insanların mağdur olmaması gerektiğini ifade etmiştim. Yargı, 4 yılı 5 yılı bulmuş tutukluların sürelerine bundan sonra çok daha dikkat eder ve eğer mümkünse tutuksuz yargılanmaları için gerekli kararları alır; isteğimiz budur. Yargının işine karışmak değil ama yargıyı bu konuda uyarmak vazifemizi yerine getirmeye çalışıyoruz.”
Başbakanın Yardımcısı, adaletin terazisini kendi iktidarlarına göre ayarlıyor, sonra da “adaletin saraylarında”, adaleti arıyor. Bu adalet anlayışına göre, yurttaşların, işledikleri suçun niteliğine göre değil de yaptıkları görevin “saygınlığına” bağlı olarak yargılanmaları gerekiyor. Eğer kişiler hakkındaki tutuklama kararları bu ölçütler doğrultusunda verilecekse, hangi siyasi polemik kaygısı Adalet Bakanına gazeteciler için “Suç işlemekte imtiyazlı bir sınıf” dedirtiyor?
Nasıl oluyor da, bir zamanlar “darbeci” olmakla suçladığı generale hastane odasında “İnsani bir ziyaret” yapan Başbakan, ertesi gün çıkıp, hapisteki gazetecileri yine terör örgütü üyeliğiyle itham edebiliyor ve “sözde gazeteciler” diyebiliyor?
Yargı, “Kanun önünde eşitlik” ilkesini bir kenara bırakıp, hangi “itibarlı görevler” için yanlış, hangi “itibarsız yurttaşlar” için doğru kararlar veriyor?
Başbakan Yardımcısının “saygın meslek mensubu” olarak kabul ettiği gazetecilerin, “Adam kaçırma, ruhsatsız silah ve tehlikeli madde bulundurma, bombalama ve adam öldürme” gibi “ağır cürümler” ile “Hırsızlık, gasp ve sahtecilik” gibi “yüz kızartıcı fiiller” nedeniyle hüküm giydiğini iddia eden Adalet Bakanı, 3. yargı paketiyle serbest bırakılan 32 bin kişiden kaçının bu “ağır cürümler” ve “yüz kızartıcı” suçlardan dolayı hapisten çıktığını neden açıklamaz?
Bir yandan, fikirlerinden ve mesleki faaliyetlerinden dolayı hapiste olan gazetecileri, aydınları, yazarları itibarsızlaştırmak için kullanılan adli suçlar, diğer yandan cezaevlerinden yapılan tahliyelerde hükümetin icraatlarını övücü bir unsur olarak nasıl suistimal edilebilir?
***
Edilir, çünkü siyasi iktidarın kısmi “insani açılımının” temel hedefi şu: Bu kanunları çıkaran siyasi iktidarın hiçbir kabahati yok; bütün kabahat, bu kanunları yorumlayan ya da “İktidarın istediği gibi yorumlayamayan” yargı mensuplarında. Hani neredeyse, yargının da bu hükümeti yıpratmak için; komik iddianamelerle, uzun tutukluluk kararlarıyla, yanlış yargılama usulleriyle bu hükümetin devrilmesine zemin hazırlamak için “faaliyet” gösterdiği, böylece “Terör örgütlerinin amacına hizmet ettiği” iddia edilecek.
Yargı organını, “Terör örgütü propagandası” ile suçlayacak bir mekanizma oluşturulamadı henüz ama o da yakındır. Tek adamın izni, parlamentonun onayı, halkın da oyuyla yaşama geçirilecek yeni anayasal düzenle, yargıyı da “Terör örgütü üyeliği” ile suçlayacak “Başkan babamızın yargı sistemi” de oluşturulacaktır muhakkak. E, iki yıl önceki halkoylamasıyla değiştirdiğiniz yargıyı, oluşturduğunuz “demokratik kurullar” vasıtasıyla “düzeltemediğinize” göre, geriye tek çözüm yolu olarak bu kalıyor: Verin tüm anayasal ve yasal yetkileri “başkana”, gelecek 10 yılda o düzeltsin yargıyı! Hukukçu iktidar mensuplarından gelen “yargıda tek çatı, içtihat birliği” gibi siyasi gaf dolu sunumları da böyle okumak gerekiyor herhalde.
Uzun tutukluluk sürelerinin “vicdanları kanattığını” belirten Başbakanın Yardımcısı, “Bu bir profesör, bir komutan, bir gazeteci için de böyledir, bir başkası için de böyledir. Dolayısıyla ey hakimler, artık elinizde yeterli deliller vardır diye düşünüyoruz, yoksa ‘Biraz daha bekleyelim de yeni deliller gelsin’ diye hiçbir hakim düşünmez” diyor.
Sonra da “25 sene bu mahkemelerde avukatlık yaptığını” ekleme ihtiyacı duyuyor. Yani “25 yıl avukatlık yaptım, böyle bir şey görmedim” demeye getiriyor… 25 yıl avukatlık dönemi… Yani kendilerinin 10 yıllık iktidarından önceki dönem… Yani “askeri vesayet” altındaki mahkemeler dönemi… Yani darbe ve müdahale yıllarında oluşturulan sıkıyönetim mahkemeleri dönemi… Yani olağanüstü hal ürünü devlet güvenlik mahkemeleri dönemi… Hiçbirinde bu kadar ağır bir yargılama zulmü görülmemiş, ta ki “sivil ileri demokrasi” dönemine geçinceye kadar.
Bu utanca yol açan kendi kanunlarınızla övünün, güveniniz artsın, çalışmalarınız ustalıkla devam etsin.
- Silah bırakılır, kalem asla 16 Mayıs 2013 09:21
- Anayasa askıya alındı, Recepyasa yürürlükte 09 Mayıs 2013 09:35
- Toplumun evrensel değerleri 18 Nisan 2013 10:13
- Akil insan dedem 04 Nisan 2013 09:49
- Çamur banyosu 28 Mart 2013 11:10
- Sanık ayağa kalk 14 Mart 2013 10:55
- Kim batsın, kim kalsın? 07 Mart 2013 10:04
- Yarasa mı? Terörist mi? 28 Şubat 2013 09:12
- Devleti yıpratan hükümet 22 Şubat 2013 04:00
- İfadelerin sefaleti 07 Şubat 2013 09:52
- Palavra ya da palaver 31 Ocak 2013 10:15
- Şeytan kim? 24 Ocak 2013 11:32