15 Şubat 2013 11:39

İstifa, Katolikleri kurtarır mı?

İstifa, Katolikleri kurtarır mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Papa 16. Benedikt’in, 700 yıllık bir geleneği rafa kaldırarak papalık görevinden istifa etmesi memleketi Almanya’da “saygıyla” karşılandı. Her ne kadar 8 yıl önce bu göreve geldiğinde “Ölene kadar papayız” denilse de öyle olmadı.
Hafta başından bu yana ağzını açan, Papa 16. Benedikt’in (Josef Ratzinger) görevini icra edemez duruma geldiği için istifa etmesinin, Katolik Kilisesi’nin gençleştirilmesi ve reformdan geçirilmesi için büyük bir fırsat olduğu çağrısında bulunuyor.
Katolik Kilisesi’nin tutucu kanadının temsilcisi Alman Kardinal Ratzinger’in papalık koltuğuna oturmasıyla kendisine biçilen misyonların önemli bir kısmı yerine gelmiş değil. Tersine 8 yıllık papalık döneminde Katolik Kilisesi güç ve güven kaybetti. En çok da memleketi Almanya’da.
Bunun başlıca nedeni elbette, Orta Çağdan kalma uygulamaların günümüz gerçeğine uymaması, olup biten pek çok yeni gelişmeye dinsel açıdan inandırıcı yanıtlar verilememesidir. Örneğin, Almanya’daki Katolik Kilisesi içinde, papaz ve rahibelerin evlenmesini yasaklayan “Zolibat”ın ne kadar çağdığı olduğu artık daha yüksek sesle ifade ediliyor.
Dinin insan yaşamdaki rolünün giderek azaldığı Avrupa’da Orta Çağdan kalma uygulamaları, başta gençlik olmak üzere toplumun önemli bir kesimi artık takmıyor.
Pazar ayinleri genelde boş salonlarda yapılıyor. Pek çok kentte kiliseye gidip gelenler azaldığı için, kiliseler ya kapatılmış ya da satılığa çıkarılmış.
Bu nedenle genelde Hıristiyanlığın, özelde Katolik Kilise’nin yeniden etkili olabilmesi için zaman geçirmeden reformdan geçirilmesi öneriliyor.
Peki ama nasıl?
2 bin yıllık bir geçmişe sahip Katolikliği masa başında ya da papa değiştirmekle reformdan geçirmek mümkün mü? Pek öyle görünmüyor.
Hıristiyanlık bugüne kadar en büyük reform hareketini 1500’lü yılların ilk yarında yaşadı. Çok kan aktı.
Merkezi Roma’da olan Katolik Kilisesi’nin günahları para karşılığında satın almasına karşı çıkan Martin Luther’in başını çektiği hareket, kısa bir süre içinde, başta Almanya olmak üzere bütün kıtayı sarıp sarmaladı. Kilisenin baskısından bıkan kitleler ayağa kalkarak isyan etti. Bu hareket daha sonra kendisini Protestan (Evangelist) diye tanımladı.
Bugün reform talep edenler elbette Luthervari bir reformdan söz etmiyorlar ve zaten böyle bir ihtimal de bulunmuyor. Onların istediği, Vatikan’ın kendisini çağa uydurarak insan yaşamı üzerinde daha fazla etkili olması arzusundan başka bir şey değildir.
Dolayısıyla, Orta Çağdan kalma uygulamaların çağa uydurularak kitlelerin güveninin yeniden kazanılmasından söz ediyorlar. Keza; Avrupa’dan yeni müritler bulma konusunda umudunu kesenler yeni papanın Avrupa dışından olmasını öneriyorlar. Çünkü; Afrika’dan, Latin Amerika’dan ya da Asya’dan birisi seçildiği taktirde Katolik Kilisesi’nin gücünün dünya genelinde yeniden artacağından söz ediliyor. Ama bu da öyle kolay görünmüyor. Zira Vatikan’daki otoriter hiyerarşi yüzyıllardan beri eşitsizlik ve kıran kırana bir rekabet üzerine kurulmuştur. Aynı mezhebe ait oldukları halde eşit haklara sahip değiller.
Papayı seçecek 117 Kardinal’in 53’ü Avrupa’dan. Yani yaklaşık yüzde 50’si. Buna karşın dünya genelindeki 1.2 milyar Katolik’in sadece yüzde 23’ü Avrupa’da yaşıyor. En çok Katolik yüzde 41 ile Latin Amerika’da yaşadığı halde, seçici kardinallerin sadece yüzde 16’sı bu kıtadan geliyor. Avrupa ile Latin Amerika arasındaki bu muazzam çelişki, Vatikan’daki demokrasinin ne menem bir şey olduğunu yeterinde gösteriyor.
Bir kez daha görünüyor ki, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Katolik Kilisesi’nin çağı yakalaması mümkün değildir. Çünkü kilise, 2 bin yıldır hep yeniye karşı çıktı, tarihin, bilimin ilerleyişini durdurmaya çalıştı. Ama insanlık tarihi alabildiğince hızlı ilerliyor.
Bu nedenle papa değiştirmek de Katolik Kilisesi’nin zayıflamasını, kitleler nezdinde güven kaybetmesini engellemeyecektir.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa