Bütün tersanelerine girilmiş, bütün garları kapatılmış...
Sirkeci Garı’nda bir TCDD Müzesi vardır. Demir ağlarla ana yurdu dört yandan örüldüğü günlerden kalan basında yayınlanmış, ele geçen ne varsa bir güzel düzenlenmiş, istiflenmiş, misafir bekler.
Çağırdılar, gittim. Sirkeci Garı’nın kapanış hazırlıkları yüzünden bir belgesel hazırlanıyormuş... Sirkeci’nin şehirle ilişkileri açısından önemini dilimin döndüğünce anlatmaya çalışırken düşlerimi de söyledim: Kocaman bir demir yolu müzesi. Çocukların trencilik oynayacakları bir alan. Film koleksiyonları, sinema salonları, ellerinde bir yanı kırmızı bir yanı yeşil fenerler, başlarında kırmızılı lacivertli kasketler, cıvıl cıvıl çocuklar, binbir çeşit tiren...
Sevgililerin, dostların oturacakları gar lokantası zaten duruyor... Ama bir eski vagon restoranda çay salonu fena mı olur?... Kızarmış ekmekli demir yolu kahvaltısı. Simit peynir... Orient Ekspres de lüks bir mekan olur. Ya hediyelikler, kasketler, fenerler, markalı yemek ve çay takımları, model trenler? Evlere istasyon saatleri...
(İsteyen “kara tren gelmez m’ola / düdüğünü çalmaz m’ola”dan başlayıp trenli türküler CD’leri de yapar).
Ama bütün bunların yerine oraya bir AVM ya da otel oturursa... Tek kelimeyle yazık olur.
Elimizde ne varsa saçıp savuruyoruz gibi geliyor. İstanbul’daki son tersane Haliç Tersanesi de kapandı. Taşkızak, Camialtı, Jandarma Bot, Kuzey Deniz Saha zaten devrolmuştu. Restore çalışmaları başlamış ama yerine ne yapılacak bilmiyorum. Ben tersanelerin bir kompleks olduğuna inanıyorum: Deniz Hastanesi, Kuzey Deniz Saha, Cezayirli Kışlası, Turabi Baba Kitaplığı, Cezayirli Hasan Paşa Okulu (ve elbet tersaneler) bir külliye gibi tasarlanmış. Çivi yapanların yerleştirildiği çiviciler içi, tersane zindanının anısını yaşatan Zindan Arkası, Kalyoncuların karakolu “Kalyoncu Kolluğu/Kulluğu” birbirini tamamlar. Biraz ötede dökümhanelerin camisi, kışlaları...
Bir sanayi müzesi kimliğindeki Taşkızak, tek başına bir tarih: Valde kızağı... Ve Aynalıkavak Kasrı’yla Hasbahçe...
Geçmişi öven, önüne gelen padişahı dedesi atası sayanlar ata yadigarı eserleri müzeleştirerek korumayı düşünmüyorlar. Teknik okullara, araştırmacılara inceleme alanı olarak sunmayı da düşünmüyorlar. Gördüğümüz her alana bir gökdelen. Bizim gençlerin benzetmesiyle küstah, onursuz yapılar. (Bana kalırsa tatsız tuzsuz...)
İstanbul bitince sıra nereye gelecek? Hangi şehrin kapısına 5 ile 7 yıldız yapıştırıp “uluslararası açık hava oteli” yazacağız?
Bütün tersanelerine girilmiş, garları kapatılmış, gölgesi değişsin diye putrelli engellerle gölgesi silinen bir dünya güzeli şehir daha buluruz nasılsa! Bulduktan sonra onu da İstanbul’a benzetmemiz uzun sürmez. Sonra göç istikametimiz nereye?
Evrensel'i Takip Et