Adı aşk olsa da, aşkların en güzeli denilemezdi  böylesine.  Söyleyenin kişiselleştirdiği ve yıllardır dillerde dolanıp duran; şimdi de kalemime dolanan şarkıya göre aşkların en güzeli, uzaktan sevmekmiş. Yakından sevince aşkın yittiğini gördü büyük olasılıkla. Ya da öyle olacağından korktu.

Haksız da değil. “Dışından baktım yeşil türbe, içine girdim estağfurullah tövbe”  denilen ne aşklar bitmiştir şu yer yüzünün yüzsüzlüğünde.  Aşk sanılan tutkular, bağlılıklar, bağımlılıklar… Geride elma şekerinin yanık kokan sopasını bırakarak.  Bütün bunlardır belki de uzaktan sevmeyi, aşkların en güzeli yapan. Herhangi bir karşılık beklemeden karşılıksız... Denizin mavisine dalar gibi… Doğanın yeşiline bakar gibi…  Başağın sarısında yürür gibi… Turnaları dağlardan aşırır gibi… Renk aşkına tutulmuş gibi yani… Salt sevmek. Bitmemecesine.. Tutulmak, bağlanmak. Yılmamacasına… Hep sevmek… Tek sevmek… Resim yapar gibi… Renklerle oynaşır gibi…  

Ne ki spor alanlarında yaşanan renk aşkı girmez bunun içine. Hele  de ayaktopunun  egemenliğindeki çayır çimen üzerindeki renklerin aşkı (!) Üç büyük dışında pek takımın tanınmadığı yıllardakiler bile… İnsanların kimi ortak renklerin eşliğinde siyah, kırmızı, lacivert tutkusuyla yaşardı ya o zamanlar. Özünde bu üç rengin beyazıyla, sarısıyla tüm yurda egemen olduğu günlerde. Herkesin vurgunu olduğu bir renk vardır ya işte o aşk değil benim dediğim.  

Hele ki çayır çimendeki renklerin çoğaldığı, çeşitlendiği günümüzde. Üstelik o renk aşkı bile zayıfladı. Özünü de, biçimini de değiştirdi. Bölgeciliğe; giderek de kentselliğe döndü aşkın yönü. Dar alanda bir milliyetçilik ruhu oluştu, gelişti, yayıldı. Çayır çimendeki renk aşkı ırkçılık olarak dikildi karşımıza. Ayaktopu, genelinde spor tecimselleşince önce renkler kirlendi, sonra aşk. Spor karşılaşmaları savaş olarak algılandı, konu komşu düşman gibi görüldü. Renklerden bütün bütün uzaklaşılmasa da, başka yerlere götürüldü. Beyaz dediler, sarı benizli dediler. Kimilerine siyah, kara derili dediler. Zenci demeleri de yetmedi yamyam dediler. Kimileri ya da birileri de, yurtdışı görmüşlüklerini göstermek istercesine başka başka dillerde dillendirdiler ilkelliklerini. Spor adına, dostluk adına, kardeşlik adına yaptılar bunu; ama doyamadılar da tadına. Renkler böyle kirlenmeye başladı. Aşk ise çoktan ölmüştü.  

Adı spor alanlarına verilmiş yönetici de böyle kirletti tüm renkleri; yurt dışında da top koşturmuş övünç (!) kaynağı toçu da. Tanrılarını dillerinden düşürmeyen; çayır çimende bile yere yüz sürerek saygı sunan bunlar, tanrılarının kuluna saygı duymadılar nedense. Kendileri tanrılaşıverdi oralarda. Oysa, “yaradanı sevmeleri gerekirdi, yaradılandan ötürü”  Ya da “yaradılanı sevmeliydiler, yaradandan ötürü.”  Ama onlar kimseyi sevemediler kendilerinden başka. Çünkü, aşkı da öldürmüşlerdi.

Yönetendi bunlar, yönetilendi. Oyuncuydular, oyunu bozsalar da. Bir de yazanı vardı. Hani, yazan deyince okuyan biri de olduğu düşünülür de. Daha gelişkin bulunur diğerlerine oranla. Okuyan yazan birinin çağcıl, insancıl, uygar olacağı düşünülür ya!… İnançlarında sağlam, içten, dürüst olacağı… Ayrımcılık yapmayacağı. Kimi renklere öncelik verse de bunu tenselleştirmeyeceği… Irkçılık boyutuna getirmeyeceği… Falan, filan ve yalan yani!…  Her kafa okumakla, sevmekle gelişmiyordu ne yazık ki. Renkler giderek kirleniyor; ama kimi yerde daha bir kirleniyordu

Dört yıl iki gün önce okuyup da yazmak için ötelediğim gazetelerin birinde gördüğüm bir yazı aldı getirdi beni bu renk aşkına ve döndürdü bir şaşkına. Bir spor gazetesinde  “Futbolun sönmeyen yıldızı” üst başlığı ve “O bir efsane”  alt başlığı ile okurlara sunulan; solculuktan da yıllarca yatmış Doğan Koloğlu’ nun yazısını yeniden okuyunca kızgınlığa yüz tutmuş unutulmuş şaşkınlığım kendine geliverdi. Yabancı bir takımın kimi oyuncularını diline dolarken özellikle renklerini kullanıyordu. “Siyahi futbolcular…” , “… rakip de 5-6 siyahi olduğu için… “  gibi sözlerle oyuncuların sertliklerine renklerini gösteriyordu. Dilinin bozukluğunun yanında kafasının da bozuk olması yine bir ters rövaşata yaptırmıştı Koloğlu’ na..

Renkler her yerde giderek kirleniyordu; çünkü kafalar kirliydi…

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et