24 Şubat 2013 11:49

Çözüm mü, toplumsal çözülme mi?

Çözüm mü, toplumsal çözülme mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Orada ne işi vardı hak etti demekki,

Katilin destekçisi bir cani işte,

Su testisi su yolunda kırılmış,

Tek üzüldüğüm şey neden bir tane ölmüş,

neden oradakilerin hepsini yakmamışlar,

Hain değil mi ne şekilde ölürse ölsün, önemli olan ölmesi...

Yukarıdaki ifadeler Diyarbakırlı Lise öğrencisi Şahin Öner’in vali ve medya tarafından iddia edildiği gibi elinde patlayan bomba nedeniyle değil, panzerin çarpması sonucu öldü(rül)ğünün ortaya çıkmasından sonra bir haber sitesine yapılmış “yorumlar”dan alındı.
Van depreminden sonra ne demişti Müge Anlı?
“Polise taş atarsınız, sonra zor durumda kalınca da böyle yardım istersiniz!”
Sonra “inşallah Diyarbakır’da da olur” diyenler, yardım diye bayrak gönderenler…
Bu liste sayfalar dolusu uzatılabilir…
Ancak biz Kürt sorunu ile ilgili her olayda benzer ırkçı-gerici tutum ve ifadelerle karşılaşıldığını söylemekle yetinelim.
Sorun şu: Sinop ve Samsun’da HDK heyetine yapılan saldırılardan sonra herkes “Türk sorunu”nu tartışır oldu.
Peki, durup dururken nerden çıktı bu sorun?
Bu ülkede onlarca yıl bir “Türk milleti” oluştura adına dillere ve kültürlere karşı asimilasyoncu politikalar izlendi. Bu politikanın başarısız olduğu da söylenemez. Geçen sene Çerkeslerin yaptığı eylemde bir dövizde yazılan “Buraya gelirken Türkçe bilmiyorduk, şimdi anadilimizi bilmiyoruz” sözleri durumu bütün açıklığıyla özetliyordu. Ama Cumhuriyet rejimi, bu topraklarda Türklerden çok daha önceden yerleşip yaşayan Kürt halkını asimile etmeyi başaramadı. Öncesi bir tarafa son 30 yılda yaşananlar ortada. 30 yıldır ‘düşük yoğunluklu bir savaş’ sürdürülmesine rağmen Kürt halkının ‘eşit hak’ mücadelesinin önüne geçilememesi bir tarafa, bu mücadele giderek büyüdü. Bu savaş nedeniyle binlerce köy boşaltıldı, 3 milyon Kürt yerinden yurdundan göç etmek zorunda kaldı. 50 bine yakın insan yaşamını yitirdi ve bu savaşa 500 milyar dolar para harcandı. Ancak ne yapıldıysa Kürt sorununun gün geçtikçe sadece ülke siyasetinin değil, dış politikanın da (Bölge ülkeleriyle ilişkilerin) merkezinde yer almasının önüne geçilemedi. Artık nereye dönsek karşımızda bir ‘Kürt sorunu’ vardı.
Ve Kürt sorununun çözümü konusunda iki yol vardı: Cumhuriyet rejimi ya Kürtlerin varlığını tanıyarak demokratikleşecek, ya da tekçi devlet politikasında ısrar edilerek çatışmanın toplumsal alana yayılmasının önü açılacaktı.
Ülkeyi yönetenler geleneksel devlet aklında; “tekçi” politikalarda ısrar ettiler.
 Kürtler “sözde vatandaş” ilan edildi.
“Beğenmiyorsanız, Batı’yı terk edin” dendi.
Yetmedi, Kürtlere karşı linç girişimlerinde bulunanlar “duyarlı vatandaşlar” ilan edildi.
Uzun lafın kısası asimilasyonculuğun para etmediği yerde ‘dışlayıcı milliyetçilik’ devreye sokuldu.
Yani Kürtler artık vardı ve ekmeğini yedikleri devlete karşı gelmeden “kardeşçe!” yaşayabilirlerdi. Ancak anadilde eğitim, anayasal eşitlik istemek; ülkeyi bölmeye çalışmaktan, vatan hainliğinden başka bir şey değildi.
İşte “Türk sorunu” Kürtleri ve taleplerini yok sayma olanaklarının ortadan kalktığı bir süreçte devleti yönetenlerin “tekçi” politikalarda ısrarının toplumsal alandaki yansımasından başka bir şey değildi. Bu memlekette Ogün Samastların yerden bitmediğini biliyoruz. Ağzını her açtığında “tek millet” diyen Başbakan Erdoğan, ne kadar eleştiriyor görünse de Sinop ve Samsun’daki olayların önemli mimarlarından biridir.
Sinop ve Samsun olayları bir kez daha ülkenin bir yol ayrımına doğru ilerlediğini gösterdi. Ya Kürt sorununun barış ve demokrasi temelinde çözümü sağlanarak hakların kardeşçe yaşayacağı bir ülke olma yoluna girilecek, ya da çözümsüzlük bir toplumsal çözülmeye; halklar arasında çatışmaya doğru yol alacak. Emekten, barıştan, demokrasiden yana halk güçlerinin bu toplumsal çözülmenin acı faturasını ödememek için harekete geçme zamanı geldi de geçiyor.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa