27 Nisan 2011

Uğruna savaşmadan hak alınamıyor!

Birbirleriyle ilgisiz gibi görünen, ancak olgu ve olayları yansıttıklarına dair kuşku bulunmayan birkaç gazete haberi, bir ülkedeki durumun anlaşılması açısından dikkate değer doğrulukta veri sunabilir. Başka türlü söylersek, aktüel yaşamın şu ya da bu yönüne ilişkin şurada ya da burada görülen siyasal, hukuki, kültürel, sosyal veya başka karakterli olaylar ülkenin siyasal-iktisadi ve sosyal koşulları hakkında önemli bulgular içerir, somut kanıt oluştururlar.
Örneğin dünkü gazetelerden rastgele seçilen haberlerden biri, “Bağdat Caddesi Şaşkınbakkal’da, çarptığı Kaptan Suat Ayöz’ü ölüme terk ettiği için ihmali davranış sonucu kasten adam öldürmek suçundan 21 yıl hapis istemiyle yargılanıp, taksirle ölüme neden olmak suçundan 2.5 yıl ceza alan Uygur Ağaoğlu’nun cezası Yargıtayda onandı. Yargıtay bu kararını, yaralının daha erken hastaneye götürülse de kurtarılmasının mümkün olmadığı yönündeki Adli Tıp Kurumu raporuyla, yerel mahkemenin gerekçeli kararına dayandırdı.” şeklindeydi.
İkinci bir haberde şunları okuduk: “İzmir’in Çeşme ilçesine bağlı Ovacık köyünde yaşayan yaklaşık 14 Kürt ailenin evleri belediye tarafından yıkıldı. Çok sayıda jandarmanın da bulunduğu yıkım sırasında evleri yıkılan yurttaşlar, Çeşme Belediyesi binasını bastı. Tekrar köylerine dönen yurttaşlar, evlerinin ateşe verilmesine anlam veremedi(ler). Emekli Albay olan ve Çeşme Belediye Başkanlığı yapan Faik Tütüncüoğlu, Kürt ailelere acımayarak, bütün evleri yıktı.”  
Bir diğerinde, “Son zamanlarda aile hekimliğini kullanarak artan hırsızlık ve dolandırıcılık olaylarının önüne geçebilmek ve vatandaşların dikkatini çekebilmek için Şahinbey ve Şehitkamil İlçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı toplum destekli büro amirliğine bağlı sivil ekipler, sahte aile hekimliği uygulaması yaparak kapı kapı dolaştı” diye başlayarak Gaziantep’de “Kendilerini aile hekimi olarak tanıtan polisler”in, “Vatandaşların duyarlılığını ölçmek için”, tansiyon ilacı diyerek şeker dağıttıkları; “100 evdeki vatandaşlardan yüzde 86’sının söylenenlere inandığı ve tedavileri kabul ettiği, geriye kalan 14 evdeki vatandaşların ise durumdan şüphelenerek polisi aradıkları”  belirtiliyordu.
Dördüncü bir haber ise, “Başbakan Erdoğan’ın Kars gezisinde ‘ucube’ diye nitelendirdiği ve aylardır tartışmalara neden olan İnsanlık Anıtı’nın kaldırılmasına başlandı. Heykellerden birinin baş kısmı bugün saat 10.12’de kesildi...” diye başlıyordu.
Biri ülkenin en büyük kenti İstanbul, ikincisi İzmir, üçüncüsü Antep ve dördüncüsü “ülkenin serhat kenti” diye, Türk milliyetçiliğinin söyleminde yer almış Kars ‘mahreçli’ bu haberler, birbirleriyle ilişkisiz görünmekle birlikte, ülkenin ve ‘insanı’nın içinde bulunduğu ya da tutulduğu durumun çarpıcılığı içinde göstermeleri bakımından ‘tipik örnek’ kategorisinde alınabilir türdendirler.
İsteyen bunlara yüzlerce benzerini ekleyebilir. Görecekleri, buradaki bu birkaç örneğin yansıttığı manzaranın daha kapsamlı daha ‘kocaman’ biçimi olacaktır.
Burada sözü edilen olaylar elbette bir düzenek oluşturmuyorlar. Açıkça görüleceği gibi biri “yüksek yargı” kurumlarından birinin tutumu/kararıyla ilişkindir. Bir diğeri, Kürtlere yönelik baskıcı ve ulusal ayrımcı politikanın ürünü bir anlayışı yansıtır görünmektedir. Üçüncüsü, hükümet ve devlet politikalarıyla dolaysız bağlıdır ve hükümet propagandasının halk kitlelerinin aldatılmasında gördüğü işlevi ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. Dördüncüsü, doğrudan doğruya Başbakanın ve hükümetinin “emirnameleri”yle başlatılan ve kültür eserlerine karşı bağnaz-gericiliğin tutumunu sergileyen bir olayı haber vermektedir.
Ancak, bunların tümü ve eklemekte zorluk çekilmeyecek yüzlerce dahası “memleket manzarası” gibi bir ortak paydada birleşirler. Bu manzara hukuksuzluk, baskı, aldatma, yobazlık ve cehaleti yansıttığı gibi, bunlara temel oluşturan sosyal-iktisadi ilişkileri; emek gücü sömürüsünü, burjuva sınıf baskısını da gösterir. Bu manzarada kadına karşı cinayetleri “töre” gerekçesiyle neredeyse teşvik eden hukuki kararlara da yer vardır, çalışabilir nüfusun yüzde 14’ünü işsizliğe mahkum eden kapitalist kâra dayalı sistemi kutsal göstermeye de. Sermaye kârlarının büyümesi ve milyarder sayısının artmasının işsizliği, daha az işçiyle daha çok üretimi, işçilerin tüm zamanını ve gücünü ele geçirmeyi getirdiğini de bu manzaraya bakarak görmek mümkündür. Manzarada, polis birliklerinin işçilere, emekçilere, Kürtlere, gençlere ve kadın emekçilere saldırısının ‘kareleri’ne bolca rastlanır.
Resmin tamamını görmek için fabrika ve iş yerlerindeki vahşi çalıştırma yöntemlerine; zindanlara, Kürtlere karşı sürdürülen baskı ve inkar politikasına, ilkokul(ilköğretim)den yüksek okullara öğretim sisteminin hükümet eliyle ticari işletmelere dönüştürülmesine, sınav hilelerine, sağlık emekçilerine karşı girişilen, ancak sağlıkçılarla birlikte halkı da sağlıksızlığa mahkum eden uygulamalara, gençlere karşı ve genç kuşakları yıkıma sürükleme potansiyeli taşıyan politikalara vb. bakmak gerekir.
Resmin tamamına hakim olan sömürü ve baskı sisteminin bu kara tonudur. Ancak bu tonu değiştirecek, manzarayı bozacak kuvvetler giderek güç kazanmaktadırlar. Yakın dönem gelişmeleri ve son birkaç haftaya damgasını vuran direnişler, burjuvazi ve hükümetinin halk kitlelerine karşı politikalarını bozguna uğratmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Kürtlerin, gençlerin, kadınların, sağlık emekçilerinin direnişleri hükümet ve devlet kurumlarına geri adım attırdı. Bir kez daha görüldü ki, birbirlerinden kopuk, lokal düzeyde ya da genel olmakla birlikte ayrı ayrı iş kollarında kalan direnişler birleştirilebilirse, daha güçlü bir kuvvetle sermaye saldırıları püskürtülebilir. YSK’na geri adım attıran halk muhalefetinin özelliği, seferber edilebilir, birleştirilebilir tüm güçleri kapsayarak gelişmesiydi. Mücadeleci-direngen bir karşı koyuş olmadan; uğruna savaşılmadan burjuva iktidarlardan hak koparıp almak, onları geriletmek, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek mümkün olmamaktadır. Sınıf mücadelesinin ilk, ama en önemli ve bin yılların tarihinden süzülüp kesinlik kazanmış dersidir bu.   
Sermaye ve hükümetiyle, tümü burjuvaziye hizmete adanmış düzen partilerinin politikalarına karşı, işçi ve emekçilerin ve tüm öteki ezilenlerin en geniş muhalefetinin örgütlenmesi için 1 Mayıs, 6 Mayıs, 8 Mayıs gibi, sömürüye, emperyalizme ve faşizme karşı mücadelede tarihsel anlam kazanmış günlerin birleştirici özelliğini gözetmek önemlidir. Bölgedeki ve ülkedeki gelişmeler daha etkili ve geniş halk eylemlerine ihtiyacı artırmıştır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et