Artık gençliği kalmamış, ulusal takımın ve kendi takımının dışında bir takımın yedek kulubesinde bile oturmadan emeklilik yaşına gelmiş; ama yine de  yedek olmaktan kurtulamamış kara kuru oğlanının sarı kanaryanın kanat çırpışı gibi giysisini çıkartması, insana verilen emeğin boşa gittiğini bir kez daha gösterdiği için üzmüştü beni. Çünkü, oyunun coşkusu, şusu, busu içinde zor olacağından oynarkenden çok izlerken yanlışla doğru daha bir ayırdedilir diye düşünürdüm. Demek ki olmuyormuş, olamıyormuş; olması için de salt yılların geçmesi değil, beynin iyi çalışması gerekiyormuş. Olmayınca da yıllar boşa akıp gidiyormuş ne yazık ki. Oynadığı kısa sürede attığı gol sonrasında formasını boyun ve kafa aşırı fora etmesinin getireceği dokuncaları, bu davranışının yüzünde olası bir kızarmaya yol açacak  sararmış bir kartın patlaması ile sonuçlanacağını düşünmemesiydi işte bana bütün bunları düşündüren.  

Karşılığı bayağı bir ağır olacak olan olağan ya da olağan dışı bir gol sevinci ya da coşkusu değildi bu. Çünkü, kimi başkanların ve çalıştırıcıların “El aman!”  dedirten karşılıklı göndermelerinde söyledikleri gibi bir elemandı o, bir çalışan. “İşçisin sen işçi kal, giy formanı” denilecek biri. O nedenle, forma aşkına formasını fora ettiği düşünülemezdi. Bir başkaldırıydı sanki onun yaptığı.

Anamalcı düzenin acımasızlığında her şey paraya odaklı olduğu için ekmek aslanın ağzında değil, paranın ucunda ne yazık ki. Yeterince para varsa, değil aslanın ağzından, midesinden bile çekip çıkarılabilir ekmek. Endüstrileşmiş ayaktopunda da paranın önüne geçebilecek hiçbir aşk yoktur. O aşk ki insanın yüreğinden söker alır kendi önüne geçecek bütün aşkları. Yani forma aşkı değildir fora ettiren formayı.

“Aktif” diye tanımlanan oyunculuk yaşamının büyük kısmını yedekte ve etkin olmayan bir biçimde geçiren kara kuru oğlanın, bu yaşam biçimini kendine uygun görenlere gününü göstermeye yönelik bir taşkınlık olsa formayı fora etmesi, bunu ondan ya da en azından onun gibi olanlardan başkasının  yapmaması gerekir. Ama genç yaşına ya da onca yaşlanmışlığına karşın gedikli yedek denli izleyici konumunda kalmamış, yani gerçekten eylemsel ve etkin oyunculuk yapanlar da aynı davranışı sergileyince, eylemin anlamı da değişiyor; alanı da.

Sarı kartın geleceği, onun olası bir kırmızı karta da yol açacağı bilinmesine karşın ısrarla ve inatla formanın fora edilmesi bir yaramazlık gibi görünebilir; ama bilerek yapılması ve yinelenmesi aymazlıktır, vurdumduymazlıktır bana kalırsa. İnsan ne denli iyi düşünceler üretmeye çalışırsa çalışsın, beynine kötü düşüncelerin üşüşmesini engelliyemiyor. Hak (!) edilmiş sarı kart sınırını doldurup bir karşılaşmalık da olsa kendini dinlenmeye çekme gibi kötü düşünceler geliyor usa örneğin. Kimi yorumcuların aktif dinlenme  dediği oyun içindeki eylemin ötesine geçip pijama, terlik, televizyondan oluşan durağan dinlenmeye dalıp gitmek.

Bir olasılık bu; ama Bülent Karpat’ ın dediği gibi sağlanmış bir olasılık da değildir. Çünkü, olasılık her zaman vardır, önemli olan olasılığı olanağa çevirebilmektir. Olanak olasılığın yerini alır da, olasılık olanağın yerine geçemez kırmızı kart görüp atılmazsa eğer. Melo’ nun tükürüğünün öne çıktığı karşılaşmayı yeşil alana daha yakın bir yerden “izleme olasılığı sağlamış”  da Karpat, olasılıktan söz ederken onun bu yanlışını da düzelteyim istedim.

Olasılığı ve olanağı işin içine katmadan formasını fora eden ve gereksiz yere sararan oyuncuların önüne bir seçenek konabilir ya da konmalıdır bence. İş üzerindeyken kızarmaya bile yol açabilecek böylesi bir sararmaya neden olan oyuncuya çayır çimen dışında da bir seçenek sunulmalı, sarı, yeşil, mor, mavi ne renkte olursa olsun; ama tek değerde parasal bir ederle karşılığı verilmelidir (!) bu eylemin. Yoksa adamların, ussal sağlıklarından, dürüstlüklerinden ve benzeri pek çok değerlerin varlığından kuşkuya düşülecektir. Ayrıca, onlar sararıp kızardıkça,  karşı takımın da sararması ve kızarması gibi yarışma koşullarına aykırı düşecek ödüle değer bir dostluk gösterisinde bulunmanın olasılığı da yoktur, olanağı da.  Öyleyse… Bir ruh hekiminin yoluna düşmeden daha sağlıklı yaptırımlara baş vurulması en uygun yoldur. Belki o zaman yelkenler suya iner, formalar fora edilmez….

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et