'Ben çıkana kadar büyüme e mi?'

Uçurtmayı Vurmasınlar filmindeki Barış’ı anımsıyor musunuz? Hani, cezaevindeki annesiyle birlikte koğuşta kalan küçük Barış’ı… O film, Barış’ın durumundaki çocukların varlığını ve yaşadıklarını anımsatmıştı bize… O çocuklar ki, kimi cezaevinde anneleriyle kalırken, kimileri yaz kış demeden cezaevlerindeki babalarını, annelerini görmek için görüş günlerinde yollara düştüler, gardiyan gözetimindeki kısacık görüşlerde özlem gidermeye çalıştılar. Babasının askerde olduğunu sanan, okulda öğretmenine, arkadaşlarına öyle diyen çocuklardı onlar.
Peki ya analar, babalar? Yeni doğan bebeğini göremeyen, kokusunu içine çekemeyen; doğumda eşinin yanında olamayan babalar… Hasta çocuklarının yanında olamayan, ana kucağına hasret çocuklarını yanında yatıramayan analar… Okula başlayan çocuğunu elinden tutup okula götüremeyen, düğününe gidemeyen anneler babalar…
Ülkemiz, 10 yıl arayla iki darbe yaşadı. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde politik düşünceleri nedeniyle birçok insan cezaevine kapatıldı, uzun yıllara mahkum edildi. 12 Eylül darbesinin üzerinden 30 yılı aşkın süre geçmesine karşın, cezaevleri düşünceleri nedeniyle kapatılan insanlarla dolu. Kimi Silivri’de kimi Adana’da, Mardin’de, Diyarbakır’da…
Peki, ya bu kapatılan insanların çocukları? Onlar ne duyumsuyor, düşünüyor bu durumda? Peki ya kapatılanlar, çocuklarından uzak düşürülenler? Adil Okay’ın “Ben Çıkana Kadar Büyüme e mi?​” adlı kitabı bu sorulara yanıt arıyor. Adil Okay, çeşitli cezaevlerindeki mahkumlarla yazışarak onların yaşadıklarını derlemiş. Çocukların yaşadıklarını araştırmış. Küçük kızı Öykü de mektuplara renkli balonlar koyup göndermiş. Göndermiş ama balonların mahkumlara verilmesi sakıncalı bulunmuş. Bu durum TBMM’de bile tartışılmış, ama Adalet Bakanı bir çocuk tarafından gönderilen balonların tehlikeli olduğunu söyleyerek, balonları mahkumlara veren cezaevlerindeki yöneticilere kızmış.
Kitabın ilk sayfalarında, 32 yıldır cezaevinde olan Tahir Canan’ın mektuplarına ve anlatımlarına yer verilmiş. Tahir Canan, Adil Okay’ın kitabını değerlendirdiği yazıda hapisteki çocukların durumunu şöyle anlatıyor:
“Kitabı okurken hapishanede yalnız olmadığımı bir kez daha gördüm. Fatma Tokmak, Gebze cezaevinde yatarken oğlu Azat yanımıza çok geldi gitti. Benim çocuğum İmran da kadınlar koğuşuna gitmişti. Gebze’de çocuklar baba ve anneleriyle belli dönemlerde kalabilmişlerdi. İmran yanımda bir aydan fazla kaldı. Orada onlara oyuncaklar yaptık. Hani domates, üzüm kasaları gelirdi. Onları söker biçimlendirir, tahtadan arabalara çevirirdik. Çocuklar onlarla oynarlardı. Çamaşır leğenlerine su doldurur onlara havuz yapardık. Üşümesinler diye su ısıtıcısında su ısıtır havuzlarına dökerdik. Her gün koşmaktan kan ter içinde kalırlardı. Tabii her akşam büyüklerle voltaya çıkarlardı. Elleri arkalarında, tıpkı büyükler gibi gidip gelirlerdi. Azad ile İmran’ın, iki tutsak çocuğunun, cezaevi arkadaşlıkları unutulamaz.”
Cezaevlerinde ebeveynlerinin yanında kalan ya da onlardan uzakta büyüyen, görüş günlerinde babalarıyla aralarına demir parmaklık konan çocukların da bu yaşadıklarını unutacaklarını hiç sanmıyorum. Ülkemizde barıştan söz edildiği bu günlerde, çocukların yaşamla ve kendileriyle barışık olmaları için bütün bu acıların sona ermesi gerek… Ataol Behramoğlu, 12 Eylül döneminde cezaevindeyken yaşadığı benzer acıları Görüşme Günü şiirinde dile getirmiş:
“Çocuğumla demir bir parmaklık konuldu aramıza/ İki buçuk yaşındaki çocuğumla/  Ulaşmak istedi bana çocuğum/ Kafese çarpan bir kuş duygusuyla/ Çocuğumla tel örgüler konuldu aramıza/ Kalın tel örgüler iki sıra/ ‘Saklanma baba’ dedi çocuğum/ Sitemle. Çırpınan bir bakışla…/ Çocuğumla bir uçurum konuldu aramıza/ Sevinci nefretten kesin çizgilerle ayıran uçurum/ Ve ben -aptal gibi- hala/ ‘Bu denli kötü olunamaz’ diye düşünüyorum…”

*NotaBene Yayınları-2013

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et