02 Mart 2013 11:15

Müslüm Gürses: Arabeskin gerçek babası

Müslüm Gürses: Arabeskin gerçek babası

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçmiş Kasım ayında Orhan Gencebay ile ilgili yazımda onun diğer arabeskçilerle olan farklılığını konu etmek için şunları yazmıştım: “Günümüz arabeski Orhan Gencebay’ın müziğine hiç benzemez. Çünkü ne Gencebay’ın dertleri ele alış biçimindeki nihilizan anlamda bütünsel bir derinliğe sahiptir. Ne de Gencebay’ın müziğinde olduğu gibi olmazsa olmaz biçimde insani değerlere koşullanmıştır.” Bu açıdan bakıldığında Müslüm Gürses’i tanımlayabilecek durum; Gencebay’da olan o bütünsel derinliğin yerine hiç de bütünsel olmayan, her biri kendi içinde ayrı birer antagonizma hali içeren ve en önemlisi yüzeyden giden başka bir hiççi paradigmanın söz konusu edildiği durumdur.

80’lerin müziği, o “kasetlerden dinlenen Müslüm Gürses”in arabeski, plaklardan dinlenen Gencebay’ın müziğinden müzikal anlamda da farklılıklar gösterir. Gencebay’da Endülüs Emevi müziğinin, Kuzey Afrika’nın, Flamenko ve İspanyol müziğinin “erdemli hicran”ını taşıyan müzikal yapılar kendini gösterirken Gürses’in, 80’lerin ve kaset çağının ruhu başka bir coğrafyanın ağırlığını koyduğu Ortadoğu, Arap ve İran müziğinin makamlarını ödünç almıştır.

ZAMANIN RUHU

Yüz yılların ruhu olduğu gibi on yılların da bir ruhu vardır. 1900’ler nasıl post-romantizmi dönüştürerek, yer yer reddederek modernizme ve oradan post-moderne kadar farklı dönemler ve eğilimlerle kendini gerçekleştirdeyse, 2000’lerin başında da bilinmezlik, belirsizlik ve bunun getirdiği bir kriz hali vardı. Ancak hemen hemen her coğrafyada farklılaşmakla birlikte on yılların da birer ruhu olmuştur ve diyebiliriz ki Gencebay nasıl 70’li yılların insanıysa, şarkılarında nasıl 70’li yılların duygu ve düşünce dünyasını koruyorsa; Müslüm Gürses’in yılları da gerçekte 80’ler olmuştur. Çünkü 70’li yıllarda acının kaynağı insani değerlerin yozlaşmasında aranıyordu. 80’li yıllarda ise acı herhangi bir yozlaşmanın, yolunda gitmeyen bir durumun sonucunda yaşadığımız bir duygu olmaktan çıkmıştır. Bu sadece kitle kültüründe değil sanatsal eğilimlerde de -eğer Türkiye söz konusu ise- böyle olmuştur. Burada artık acı tam anlamıyla öncesiz ve sonrasız olan yıkıcı bir konformizme dönüşmüştür ve Gürses’in arabeski bu anlamda 80’li yılların, ruhunu belirlediği bir müziktir. Öncesiyle ilişkisi yoktur. O yüzden de bugün arabesk diye bildiğimiz türün gerçek atasının Müslüm Gürses olduğunu söyleyebiliriz. Gencebay’ın 70’lerdeki o bütünsel nihilizan derinliği, içinde nasıl son kertede tasavvufi bir isyan ve kabulleniş ikiliği saklıyorsa; Gürses de bu tasavvufi kabullenişin ve kadere isyanın zıddı olan o antagonizma ile söylemiştir şarkılarını. Buradaki iki çaresizlik hali birbirine hiç benzemez.

80’LERİN MODASI

Gürses’te olan antagonizma yani çözümsüzlük hali Gencebay’daki çözümsüzlük gibi değildir. Çünkü Gencebay’ın çaresizliği, acısı; eninde sonunda insanların, bütüncül bir gücün yüksek düzenini bozmasıyla ilgilidir. Kaderdir, başına gelendir. Kul; kula kulluk etmeye başladığında insanlık yoldan çıkmış ve bu yüzden de dünya geri döndürülemez bir yozlaşma içinde kalmıştır. Ancak bu çaresizliğin kendisi bile şarkılarda bir isyan ve ya da kabullenme durumu olarak kurgulanabilir. Gürses ise bu bütüncüllüğü ve gizli kabul edişi asla tanımaz. Sakin ya da kalender değildir. Gürses’in müziğinde artık o çözümsüzlük hali insanın kendi kendini yok ettiği yola karşı hiçbir direnç taşımayan, kendisi için mutlak anlamda yıkıcı olan bir antagonizmayı içerir. Gürses’te kader Gencebay’daki gibi insanın başına öylece gelen bir felaket değil; gitgide insanın kendi sonunu hazırladığı ve kendini geçekleştiren o kötü kehanetin ortaya çıkarıcısı olan, tanrısal değil insansı yanları ağır basan sinsi ve hain kişilik izleri taşıyan başka bir kaderdir. 80’lerin modası kendi acısını kendi üreten insanın cesaretsizliğidir.
Gencebay’da çaresizliği bozuma uğratan durum; bütüncül bir güce, tasavvuftaki Tanrı’ya olan iman ve yer yer sorgulama iken, Gürses’te o bozumu ortaya çıkaran ve acının konformizmi içinde rahatlamayı sağlayan tek şey, bir ucu kendi kendini yıkıma diğer ucu ise hayalciliğe giden ve bu anlamda 70’lerin ruhunu taşıyan Gencebay’a kıyasla aşırılığı daha çok üstlenmiş olan o kimliktir. Bu kimlik; arabesk dediğimiz müziğin ana damarını belirleyen ve Hakan Taşıyan’a kadar kendini sürdüren bir kitle kültürü ekolü ortaya çıkarmıştır.


ÖYLE DÜNYA İSTERİM Kİ

Öyle Dünya İsterim ki
Bu dünyadan uzak olsun
Ne kış ne de bir yaz isterim
Mevsim ilkbahar olsun

Vefalı bir arkadaşım
İçki dolu masam olsun
Öyle bir yar isterim ki
Derdime ortak olsun

Öyle bir yar isterim ki
Derdime derman olsun
Bıktım hergün çile çekmekten
Sevip sevip ayrılmaktan
Ben de bıktım usandım artık
Öyle Dünya İsterim ki

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa