'Bizim kadınlarımız': Sınıftan bile saymadıklarımız
Fotoğraf: Envato
Marksist teorinin belki de en ciddi eksikliği; kadınlar, yaşlılar, çocuklar gibi, hatta din ve dil farklılıkları gibi zümrevi özellikleri zührevi görüp ana teoride yeterince dikkate almadığı, özgürlük ve eşitlik anlayışında hepsinin aşılayacağını kabul ettiği eleştirisi sayılabilir.
Bu eleştirilere, Engels’in aileyle mülkiyetin kökenini birlikte değerlendirmesini dikkate alarak çok katılmasam da farklı özgüllükleri kaybetmeden eşitlik ve özgürlüğün sağlanması (hem biriciklik hem de türdeşlik) sorunu paradoksal boyutlar içermektedir. Hem akıp gidiyoruz, hem de akıp gidişimizde bir yandan eskiyi taşıyor, bir yandan da geride kalanları yaratıyoruz. En çok da kadınlar yaratıyor. Erkekleri kadınlar yaratıyor da ancak; erkek de çok çabuk kadına yabancılaşıyor, geldiği köklerine, tarihe yabancılaşıyor, dahası kadınlığı önemli oranda hâlâ erkekler düzenliyor ve denetliyor.
Kadınlar ki üretimin çoğunu gerçekleştirdikleri halde hane ve kamusal düzenleme ve denetlemede yok sayılıyor. UNESCO endekslerinde okuryazarlık, ücretli çalışma, politik karar vericilik, kamusal yaşamda etkili olma gibi göstergelerde kadınlar erkeklerden çok daha düşük oranlarla temsil ediliyor, hatta ekonomipolitik alanda yok sayıyor. Bu kapitalist dünyada bazı kadınlar da (üç Sabancı, bir Koç-Kıraç, bir Şahenk) servet sıralamasında milyar dolarlarla oynasa da “iyi ki kadınlar ekonomipolitikte, bu yaşanan kötülüklerde çok da karar verici mevkilerde yer almıyor” diye avunulabilir mi, onu bilemiyorum. Hatta bu servet sahiplerine “Sabancı”, “Koç/Kıraç”, “Şahenk” kızı, karısı veya kadını mı diyeceğiz yoksa salt kendi soyadları ile mi anacağız, hatta soyadları kendi analarının soyadları mı, analarının soyadları da analarının mı soyadı idi ki… Yani sorunun kökleri çok daha derinlere gidiyor. Radikal feministlerin ileri sürdüğü sorunun salt sınıf sorunu olmadığı, ataerkil yapıların da aşılması gerektiği, hatta ekolojist feministlerin talebiyle bunun hümanizmadan da öte doğaya yönelik kavrayışımızla da ilgili olduğu dikkate alınırsa, bu yazıyı yazanın bir erkek oluşu da müşkül bir durum oluşturuyor. “Hey kadınlar, kendinize gelin, mangal yapıp ava çıkan erkeklere kapılarınızı açmayın!” demek de durumu ne derece kurtaracak? Çiller’in, Butto’nun başbakanlığı ne kadar kadına özgül sayılabilir? Aynı soru Demirel, Ecevit, Erdoğan için de geçerli mi? Bunlar “erkek” başbakanlar mı? Başbakanlık erkekliği de mi esir alıyor? Yine de iktidar hep erkeksi mi, kadınsı olursa nasıl olacak? Sorunları en azından azaltabilecek mi? Bu sorulara yanıt verebilmek o kadar kolay değil de en azından liderler niye hep erkek olsun ki?
Benim söylediklerim elbette kadın gözüyle görülmüş bir dünya değil, sadece insan türdeşliği içindeki deneyim ve empatilerimle, bilginin özgüllüğünün yanı sıra elbette geriye kalan genelliğiyle söylenmiş şeyler olacak. Eve varınca çorbamı yine annem sunacak, bulaşıkları karım yıkayacak. Benim de işime geliyor mu bilmiyorum ancak en azından rahatıma gelmiyor değil. Kısa erimli yarım istekli girişimlerim de çok takdir toplamıyor zaten. Düzen bozuluyor. Bir çiçek günü kurtarır mı, onu da bilemiyorum, ancak o bir çiçeğe de layık görülmeyen, fakirinden vazgeçtim nice zengin var.
İktidarın öznesi sınıflar mı, sınıfların öznesi iktidar mı, hangisinden başlamalıyız. Kadınlığı da, erkekliği de çizmeden yeni bir evreye geçilebilir mi? “Kadın devrimi” nasıl başarılacak? Burjuvazi evresinde en azından belli bir yol alınabildi mi? Yoksa sorun yine hep sosyalistlerin omuzlarında mı?
Kadınlar bugün neredeyse sınıf dışı, çoğu kez hanenin, hatta erkeğinin sınıfından sınıflanıyor. Çocuklar, öğrenciler, hastalar, yaşlılar gibi “bağımlı” sınıftan sayılıyorlar.
Kadın sorunu kadının mağdur olduğu ve çoğuyla erkeğin aktör olduğu bir sorundur, eşitlikten öte bir özgürlük sorunudur. Dahası kadın özgürleşmediği sürece erkek de tam özgürleşemiyor, ataerkil ve sınıflı toplumlarda kadını da erkeği de tam özgürleşemiyor.
- MEB’in başarısı muhteşem tıklanma rekoru: İnsanın iyi ki pandemi ve deprem olmuş diyesi geliyor 10 Ocak 2025 04:58
- 22 yıllık, 72 yıllık gerileme: MEB’in, AKP’nin, milli görüşün ‘Milli Maarif’ ve ‘MESEM’ başarısı 03 Ocak 2025 04:26
- Türkiye ve Suriye yüzyılı mütaşerik maarif ve rejim modeli 27 Aralık 2024 04:43
- İsrail ve Suriye örneğinde bilimin ve bilimsel eğitimin anlamı ve önemi üzerine 13 Aralık 2024 04:40
- MEB açık öğretim okulları istatistiklerinde bir gariplik mi var? 29 Kasım 2024 04:15
- AKP'nin eğitim ve bütçeleme anlayışı: Lime lime ayrıştırmanın, imam hatipleştirmenin, metalaştırmanın, peşkeş çekmenin binbir türü 15 Kasım 2024 04:43
- Cumhuriyetin 101. yılında rüya, yurttaşlık ve ana dillerinde eğitim meselesi 01 Kasım 2024 04:26
- Üniversite nedir? Araştırma ve bilgi nedir? Kariyer yapmaktan/ uzmanlık bilgisinden farkı nedir? 18 Ekim 2024 04:42
- Akademinin yeri ve değeri: 207 üniversite bir 'muhabir Rüya' eder mi? 11 Ekim 2024 04:43
- MEB istatistiklerinin gör dediği açlık, dayatma ve niteliksizlik 04 Ekim 2024 04:50
- Türk Psikologlar Derneğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline dair görüşü: Eğitim değil eğitimi ihlal modeli 27 Eylül 2024 04:42
- AKP ve MEB’in büyük mahareti: Bağnazlığı ve emek sömürüsünü sürdürmeye diplomalı çözüm 20 Eylül 2024 04:15