12 Mart 2013 15:26

Duvara çarpan politikanın faturası kabarıyor

Duvara çarpan politikanın faturası kabarıyor

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Suriye krizi derinleştikçe, Türkiye’nin izlediği Suriye politikasının lime lime olmuşluğu da gözler önüne seriliyor.
Şubat sonunda Roma’da yapılan Suriye’nin Dostları toplantısına, Suriye Ulusal Konseyinin (SUK) katılması ancak ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin girişimleriyle başarılabilmişti.
Roma’daki toplantıdan dişe dokunur bir karar çıkmayınca, Türkiye’de mart ayının hemen başında toplanacak SUK’un bu toplantıda kendi başbakanlarını seçeceğini ve “kurtarılmış bölgelerin” bu başbakana bağlı bir yönetim tarafından yönetileceği ilan edilmişti. Ama aradan geçen sürede ne başbakan seçilebildi ne de SUK toplanabildi!
Bunu nedenini de Suriye muhalefeti içindeki gelişmelerde aramak gerektiğini gelişmeleri az çok izleyen herkes biliyor.
Suriye muhalefeti; 1- “Şeriatçı bir Suriye” sloganıyla örgütlenip silahlanmış, Türkiye-Katar-Suudi Arabistan tarafından desteklenen, Yemen, Libya, Çeçenistan, Mısır gibi ülkelerden gelen yabancı “Cihatçı terörist gruplar”, 2- Suriye’deki kimi Esad rejimine muhalif sosyal ve siyasi kesimleri bir araya getiren muhalefet olmak üzere iki kanattan oluşuyor.
Son dönemde bu iki kanat arasındaki ayrılık giderek derinleşiyor. Muhalefetin silahlı kesimi çeşitli kasabaları ele geçirerek, özellikle Türkiye sınırı boyunca güç toplamaktadır. Esad, “Türkiye sınırının yüzde 75’i El Kaide tarafından kontrol ediliyor” derken bunu kastediyor. En azından Katar toplantısından beri muhalefetin diğer kanadını oluşturan kesim ise Esad rejimiyle de diyalog dahil, çeşitli girişimlerle krizin çözümün savunuyor ve “Rusya-İran çözümüne” yakınlaşan bir yol izliyor.
Süreç ilerledikçe SUK’un bu iki kanadı arasındaki ayrışma da derinleşiyor.
Terörist guruplar ortamın yeterince karışık olduğu bu dönemde mümkün olduğu kadar fazla mevzi kazanmayı amaçlayarak saldırılarını artırıyor. Bu da mülteci sayısını kabartırken çatışmalarda, sabotajlarda akan kanı da artırıcı bir rol oynuyor.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi Türkiye’deki mülteci sayısının 400 bine ulaştığını belirtirken mülteciler için harcanan paranın da  600 milyon doları bulduğunu belirtiyorlar. Kazanılan ise Davutoğlu’nun deyimiyle “mültecilerin duası”ndan ibaret!
Öte yandan Fransa’nın bir süreden beri, Suriye muhalefetine ağır silahlar verilmesi için ABD ve Almanya nezdinde girişimler yaptığı ortaya çıksa da ABD’nin Libya ve Afganistan deneyimlerinden sonra “Avrupa’nın yeni şahini” Fransa’nın isteğine olumlu yanıt vermesi de beklenmiyor.
Gelinen yerde artık Türkiye’nin terörist grupların tek destekçisi kalacağı ve dünyanın gözünde El Kaide, Taliban çizgisindeki teröristlerin destekçisi durumuna düşeceğini söylemek abartı olamaz.
Bu gruplarla bu kadar içli dışlı ilişkilerden sonra eğer Türkiye bu gruplardan desteğini çekerse, bu grupların hedefi haline gelmesinin de Suriye politikasının diğer bir faturası olacağı anlaşılıyor.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin elinde giderek iki ucu pis bir değneğin kalacağı bugünden görülüyor.
Evrensel’de ve bu köşede, “Türkiye’nin Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin şahsında biçimlenen dış politikasının Suriye’de duvara çarptığı”nı çoktan beri söylüyoruz. Geçen her gün, her yeni gelişme bu saptamayı doğruluyor. Ama gelinen yerde bu duvara çarpmanın sonuçları herkesçe görülecek kadar açığa çıkıyor. Ki; bunun ilk önemli sonucu Türkiye’nin terörist grupların ya müttefiki ya da hedefi haline gelme kıskacına girmiş olması olacak görünüyor.
Fatura mali olarak büyüyor ve yüz milyonlarca dolar eriyor ama aynı zamanda fatura siyasi olarak da kabarıyor ve tahsilatı için de alacaklılar kapıya dayandı dayanacak!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa