Seni daha iyi duyabilmek için
Onyedi yaşında bir kadın, başında kırmızı eşarbı, üstünde gerilla kıyafetleri, elinde kaleşnikof, günlerdir dolaştığı dağlarda yiyecek bir şeyler arıyor. Bir sürüyü gezdiren çobana rastlayınca silahını doğrultup ondan sert bir dille yemek istiyor. Çoban korkuyor, yiyeceğini kıza veriyor. Karnını doyurduktan sonra, üniformayla dolaşmanın güçlüğünü düşünen kaçak, kendine sivil kıyafetler bulup yoluna devam ediyor. Su kenarında durduğu bir sırada arkadan bir ses “Sen ne arıyorsun burda” yılışıklığıyla ona yaklaşıyor. Kız dönüyor, “Tanımadın mı lan beni, ekmek vermiştin ya” diye bağırmaya başlıyor. Çoban gerillayı tanıyınca, uzaklaşıyor.
Birçok şeyi yeni ve hiç olmadığı kadar detaylı konuşmaya başladığımız sırada gelen, en başta enteresan bir film Jîn. Jîn bir Kürt kadın, genç yaşında dağa çıkmış, şimdi de tek başına oradan inip İzmir’deki dayısına ulaşmaya niyetlenmiş. Ormanda hayvanlarla birlikte, şehirde insanlara rağmen gizlene saklana bir yol almaya çalışması, seyirciyi de çabasına ortak ediyor. Kadın olmaya, dağdan inmenin koşullarına ve elbette hepsinin köküne, Kürt olmaya, dağda olmaya dair sorularla ormanda bırakıveriyor seyircisini. Kırmızı Başlıklı Kız’ın Kürt’ü Jîn, hayat demek, kadın anlamındaki “jin”e de uzak değil, haliyle. Çoban örneğindeki gibi, dağda, elde silah taşıyan bir kadın olmanın, erkeğin karşısında savunmasız bir kadın olmaktan, mesela daha zor olup olmadığı, bir soru. Birlikte bombalardan kaçmaya çalıştıkları hayvanların, doğanın kaderiyle Jîn’in taşıdığı ortaklık bir diğeri.
HEPSİ AYNI SALDIRININ KURBANI
Jîn bir gerilla hikayesi ama dağlardan ölüm saçan canavarlar olarak anlatılan gerillalara benzemiyor. İlk kez bir filmin kadın bir gerilla kahramanı var, ama Jîn kelimenin o anlamıyla kahraman değil, masumiyeti, doğallığı, doğaya aitliği, hayalleriyle orada. Ormanda karşılaştığı ayıyla, atla, başka hayvanlarla ilişkisi, az korkma, çokça yanında rahat hissetme şeklinde ama bir kez bombalar başlayınca, hepsi aynı saldırının kurbanı. Şehirde ise iş daha karışık, yoksul, kadın, kimliksiz ve Kürt olarak ayakta kalmak zor.
Reha Erdem, en kendine özgü sinemacılardan biri olarak, başından beri gerçekçilikle derdi olmuş bir yönetmen. Belki bugünün Türkiyesi’ne, onun ailesine, sınırlarına, orada büyümeye dair ipuçları içerse de filmlerinde kurduğu, buraya değil, kendine ait dünyalar oldu hep. Jîn için de benzer bir atmosfer yakalamaya çalışırken, bir Kürt gerilla kadının yaşadıklarını masala çevirmeyi deniyor. Gerçekçiliği bir ilüzyon olarak gören yönetmenin en çok değdiği, en uzak duramadığı gerçek savaş işte. Kendi ifadesiyle gerçeğe, gerçekçilikten uzak kalmaya çalışarak yaklaşan Jîn, hem konuya dair filmler arasında Reha Erdem dokunuşları sebebiyle özgün bir yere sahip, bir ilk, hem Erdem sinemasında gerçekle kurduğu ilişkiden dolayı bir ilk. “Bu bir film, bizim karakterimiz hayalimizde var” gibi cevaplar vermeye alışık bir yönetmen, savaşın sona ermesinden yana bir filmle geliyor. Bunun “silahları bırak” demekle olmayacağını söylemeyi, bir halkın inkar edilmiş haklarıyla bir yere varmanın mümkün olmadığına dikkat çekmeyi seçiyor. Bir Reha Erdem filmi daha önce hiç olmadığı kadar gerçeğe uygunluğu bakımından sorgulanmaya başladı, oysa gerçeğin bu kısmına dair fikrine ulaşmak için en gerçekçi olanla seyirci karşısına çıkmak gerekmez, filmin bir gösterdiği de bu.
KENDİ MASALINI ANLATMAK
Film Berlin’deki ve İstanbul’daki çeşitli gösterimlerinden itibaren çeşitli eleştirilerle karşılaşmaya başladı. Zaten az sayıda filmin yapıldığı Kürt meselesine dair, gerçeğin tam göbeğinden referanslarla kendi masalını anlatmanın ortaya çıkardığı çok soru var. Gerillanın zorlu bir yola çıkması, gerillayla askerin gerilimli karşılaşması, bir kadınla bir erkeğin tedirgin yan yana gelişinin temsili birer anlatım olarak anlaşılması ve kimi seyirci tarafından yüzeysel ya da sahicilikten uzak bulunması çok olağan. Ne saldırganlığın diline, ne romantizmin duygusallığına başvuruyor olması, filmin en anlamlı ve en kırılgan yanı çünkü.
Yönetmen bir röportajında cevap arayan seyircinin filmde istediğini bulamayacağını söylüyor. Sorularda birlikteyiz, Reha Erdem de, sinemacılar da, gözünü kulağını sürece diken, adım bekleyen herkes de, Kırmızı Başlaklı Kız’ın ninesini yiyen kurda sorduğu “Senin kulakların neden böyle kocaman?” gibi soruların ortağı. Ve Jîn’in hak ettiği cevabın: Seni daha iyi duyabilmek için.
Evrensel'i Takip Et