16 Mart 2013 06:41

Müzik Tarihi Yazımında Doğrusal Düşünme Biçiminin Eleştirisi-1

Müzik Tarihi Yazımında Doğrusal Düşünme Biçiminin Eleştirisi-1

Fotoğraf: Envato

Paylaş

KÜLTÜR TARİHİ YAZIMINA GELİNCE...

Söz konusu doğa bilimleri ve sosyal bilimler olduğunda kendi alternatif bakışlarını geliştiren bu tarihsel yaklaşımlar ya da daha doğru kullanımıyla tarih biliminin kendisini dönüştürmeye yönelik çabalar, iş; kültür tarihi yazımına gelip dayandığında oldukça karmaşıklaşır. Bu yazı dizisinde özellikle müzikoloji ve müzik tarihi açısından evrimci histografyacılığın genel yaklaşımları ve onun avant-garde sanata yaklaşımlarının üzerinde dururken; özellikle alternatif modern/post-modern müzik tarihi yazma çabalarına değinmeye çalışacağım. Bu örnekler içinde evrimci müzik tarihçiliğinin sadece lineer bir tarihi çizgiyi oluşturmak, korumak ve kanıtlamak için bizlere dünyanın ortak mirası olan klasik müziğin kompozitörlerinin hangi eserlerini ve hangi yönlerini anlatmaktan geri durduğunu, hangi yönelimlerini ise abartılı bir biçimde önümüze serdiğini anlatmaya çalışacağım.

BACH’TAN WAGNER’E

Majör müzik tarihi yazımı da 19. yy. başlarında tıpkı diğer sanat tarihi yazımları gibi Öklid’çi geometrinin, Hegelian çizginin lineer sanat tarihçiliğine uyarlanmasından payını almıştır. “İlkel” sözel kültürden kaynaklanan geleneksel müzik “adi” modüler yapısıyla oda müziğine evrilmiş, burada antik çağın matematiksel düşünüşü Rönesans müziğinde tekrardan bilge bir biçimde tezahür etmiş, barok dönemde gelişen İtalyansı müzikal doku yerini geç barokta karmaşık bir formun ve ezginin birbirine yapıştığı o “yüce” kontrpuan anlayışıyla birlikte Bach’a varmış, Almanya’da Mannheim okulu ile hacimsel olarak genişleyip çeşitlenmiştir. Bu evrimci görüşe göre Bach’ın müziği uygarlığın gelişimi için önemli bir başlangıç olmuş, oradan Beethoven’ın geniş orkestralar için yazdığı senfonilere doğru giden tarihsel süreç insanlığın ve uygarlığın düzeyini adeta tescil etmiştir. Ve nihayet bu müzikteki hacimsel genişleme, geniş orkestral tekniklerin kullanımıyla Wagner’de doruk noktasına ulaşır.

DEKADANS MI?

Bu evrimci lineer görüşe göre Richard Wagner’den sonrası ise müzikte gerileyiş ve çürümenin izlerini taşıyan bir dönemi başlatmıştır. -Gustav Mahler Binler Senfonisi ile paçayı kurtarmış bile olsa- klasik ve romantik müziğin kaderi post-romantizme evirilirken “dekadans” müzik damgasını yemiştir. Dekadans kelime anlamı olarak gerileyiş ve çöküş demektir. Gerçekten de müzikte post-romantizm ve modern dönem gerek o zamana kadar ki armonik yapının ve sesler arasındaki hiyerarşinin kırılması ve dönüştürülmesi, gerekse de enstrüman sayısının hacimsel olarak azaldığı eserlerin yazılımının çoğalmasıyla birlikte bir anlamda Wagner’in müziğinden ve onun dramatik orkestrasyon anlayışından tam tersine eğilimlere sahne olmuştur. Ancak uvertürleri ele alındığında Wagner’in modern dönem kompozitörleriyle ortaklıkları da görülür. Ne var ki bu evrimci bakış için kullanışsız olan ve dile getirilmeyen bir ortaklıktır. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi gerçekten de müzik tarihi kırılmayan düz bir çizgi değildir ve aslında bu lineer tarihsel bakış yıllarca dinleyicilerin çoğu kompozitörün müzik dilini ve gerçek karakterini anlamasının önünde bir engel olarak dikilmiştir. Haftaya Beethoven’daki müzikal eğilimlerin sadece Wagneryan bir çizgiye doğru gitmediğini, birbirine eklemlenemeyecek bağımsız tarihi dönemlere referans verebilecek spesifik eğilimleri barındırdığını spesifik yapıtları üzerinden açıklamaya çalışarak devam edeceğim. Elbette başka kompozitörlerin çalışmaları da bu çabaya eklenecek.


LİNEER VE KAOTİK YAKLAŞIMLAR

20. yy. tarih yazımında 1960’lı yıllardan itibaren Michael Foucault, Hapisanenin Doğuşu ve Cinselliğin Tarihi gibi yapıtlarında kullandığı “şeyleri ele alma biçimi”yle birlikte bambaşka bir minör pencere de açmıştır. Bu minör tarih yazımı tarih biliminin metodolojisini kullanmamıştır. Çünkü bu tarih yazımının amacı geçmişte yaşananlar içinde gerçek olanı bulmak değil bugünü çözümlemek ve anlayabilmektir. Dolayısıyla bunlar metodolojik olarak birer tarih çalışması olmaktan ne kadar uzaksa bugünü anlamak üzere tarihsel referansları ödünç olarak almaya da o kadar yakın çalışmalardır. Çünkü tarih metodolojisi yapısı gereği dünü anlamlandırmaya çalışır. Önceliği geçmiştir. Bu çeşit tarih referanslarda ise öncelik metnin yazıldığı andaki çağı çözümlemektir. Bu bakışla Marx’ın da bir tarihçi olmadığı aksine “bütün tarih sınıfların mücadelesinden ibarettir” demesinden itibaren tarihi bu biçimde kullandığını, tarihi dönüştürmek ve yeniden yazmak için onu araçsallaştıran bir düşünür olması niteliğiyle de bir yüzyıl öncesinden Foucault’unki ile benzer bir çabaya girdiğini söyleyebiliriz. Ancak burada bir şerh de koymamız gerekir. Zira aradaki o uçurumu yaratan çok büyük ‘akıl farkı’ elbette Marx’ın tarih bilimini dönüştürürken zamanın ruhuna içkin olarak ‘lineer ve katmanlı’ bir düşünce biçimi kullanmış olması; Foucault’un ise lineer olmayan bir sürekliliği esas alarak kaotik bir tarihsel referans sistemi kullanmasıdır.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa