İktidar olarak köşe yazarı
Fotoğraf: Envato
Her ne kadar Hasan Cemal benim için iyi bir dost olmanın yanı sıra, sık sık sahaya çıkıp değerini verdiği muhabirliği gazete binaları içinde de genç muhabirlerle kurduğu sıcak ilişkiyle, ikincil ve belki de köşe yazarlığına eş bir yaşam tarzı olarak benimsediğini göstermiş ve böylelikle onun şahsında sempati ile yaklaştığım farklı bir köşe yazarı tipolojisi sergilemiş olsa da, son kertede kamuoyu nezdinde de, medya elitleri arasında da, Türkiye medyasının kıdemli ve şöhretli bir köşe yazarıydı ve bu yüzden, Milliyet gazetesi tarafından işine son verilmesinin ardından büyük ve siyasi iktidarın muhalifleri için kullanışlı bir tartışma ortamının doğmasına ya da alevlenmesine yol açmasını anlasam da, bunun medya patronajı ve siyasi iktidar ilişkilerinin ifade özgürlüğüne etkimesine ilişkin gerçekçi bir fotoğraf sunmadığı düşünürüm.
Hasan Cemal’in özgün ve değeri teslim edilmesi gereken gazeteci kişiliği ve karakterinden azade olarak düşünürüm bunu. Bir kez daha medyadaki ifade özgürlüğü ve sansür meselesini köşe yazarlığı kurumuna ve dahası şöhrete endeksleyip şimdiki siyasi iktidarla birlikte büyüyen bir durum olduğu iddialarıyla yürütülen bir tartışma ve belirlenen bir saptama olduğu için.
Oysaki Türkiye medyasının tarihi bir yandan da katliamlar, suikastler, tutuklamalar ve en hafifinden siyasi ve ekonomik zor yoluyla uygulanan sansürün tarihidir. Sadece özgür Kürt medyasının oluşturucularına ve taşıyıcılarına 1990’lardan beri yapılan saldırılar, uygulanan katliam bile adaletli olmayı gerektiriyor. Türkiye anaakım medyası o dönemde bu insanları gazeteci değil ‘militan’ olarak yaftalayarak sadece devlet ve iktidarla yakın temasını ve gönüllü işbirliğini ortaya koymakla kalmıyor, bu saldırı ve cinayetler için rıza da üretiyordu. Bu durum Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe’nin katledilme davasına orta kuşak gazetecilerin ve meslek örgütlerinin sahip çıkması ile bir nebze değişmiş olsa da yakın zamana kadar sürdü ve son KCK operasyonlarında göründü ki, anaakım medyanın ortak bilincinde bu hâlâ böyle.
‘KONFORMİST MEDYA ELİTLERİ’
Bugün bu meselenin gündemi böylesine işgal ediyor olması, sansür uygulamalarından etkilenenlerin arasında onların tanımıyla ‘militan gazeteciler’ değil, ‘konformist’ medya elitlerinin de bulunmasından kaynaklanıyor. Bu farklı durumun altında yatan neden ise bugünkü siyasi iktidarın bu şöhretleri ölçüsünde kurumlaşmış köşe yazarlarına ihtiyaç duymuyor ve belki de Başbakan’ın fevriliğinin de etkisiyle bu medya elitlerinin hışmından korkmuyor olmasıdır.
Hülasa, ‘medyada ifade özgürlüğü’ meselesini köşe yazarlarının durumundan yola çıkarak ele almak anlamlı olmadığı gibi Türkiye anaakım medyasındaki önemli bir sansür ve şiddet kurumu ve uğrağını aklayacaktır.
Evet, anaakım medyanın köşe yazarları patronaj ve siyasi iktidarın sansür ve şiddetinin zaman zaman olduğu gibi mağduru değil gazetelerdeki en önemli taşıyıcısı, işleticisi ve denetçisidir. Tek tek kişileri tenzih ederim, bahsettiğim bir kurum olarak köşe yazarlığıdır.
Gerek patronaj gerekse gazetenin gönüllü ve tercih edilmiş muhatabı siyasi ve iktisadi iktidar ile yakın temas halinde ve bu iki taraf arasında bir iletişim odağı olan köşe yazarı, bir yandan gazete içi kamuoyunun önderi olarak edindiği ve sağlanmış ayrıcalıklı konumu sayesinde, diğer yandan da gazete okurlarından müteşekkil dışarıdaki kamuoyu üzerindeki manipülatif etkisi sayesinde gazetelerin yayın çizgisini belirler, pekiştirir ve uymayanları eler.
AYRICALIKLAR VE PATRONAJ İLİŞKİSİ
Köşe yazarının gazete içi üretim ilişkilerine bir diğer etkisi ise üretiminin patronaj ve iktidar için işlevselleşmiş içeriği ve biçimi karşılığında edindiği büyük maddi ve idari ayrıcalıklar üzerinden çalışma ortamını konumları arasında uçurum derinliğinde fark olan sınıflara bölüntülemesidir. Bu sadece gazete çalışanları arasındaki dayanışma platformlarını yok etmekle kalmaz, sebep olduğu ve yeniden ürettiği sınıflı gazete içinde sınıfsal şiddetin bizzat taşıyıcısı ve uygulayıcısı olur.
Köşe yazarı gazete içi ortamı öylesine atomize eder ki, örneğin makam arabası ya da odasının genişliğini onlarca genç muhabirin kadrosuz çalıştırılması ya da işten çıkarılmasının önüne koyar, hatta kendisi üzerinden yapılacak tasarruflar yerine bu yöntem başvurulması önerisinde bile bulunur. Gazete bina ve yerleşkelerinde kendilerine özel yemek ya da spor salonu uygulamalarına ses çıkarmayan köşe yazarlarının kendilerine ayrılmış mekanlara girme gafletinde bulunan gazete çalışanlarını idareye ihbar ettiği vakalar belki uç örnekler ama köşe yazarlarının kendilerini kendilerine bile, sahip oldukları ayrıcalıklar üzerinden tarif etmesi yaygın durumdur. Ve bu ayrıcalıklara dokunulmasının kimi zaman bir köşe yazarları cuntasının gazetenin redaksiyon kadrosunu devirdiği vakalar pek de o kadar seyrek değildir.
Tam da bu ayrıcalıklar köşe yazarına iktidar ve patronaj karşısında öylesi bir korku içselleştirir ki, dayanışmayı bırakın, rakibi olarak gördüğü bir köşe yazarının kaybının kendi kazanımı olduğuna inanır. Ardından döktüğü gözyaşı değil riyasıdır.
ANA AKIMDA KÖŞE YAZARLIĞININ İŞLEYİŞİ
Kendimden de örnek vereceğim. İsterseniz kibir deyin, ne yapayım. 2004 yılında bir Kürt bildirisine imza attığımda (‘Türkiyeli Kürtler ne istiyor?’ başlığı ile Le Monde ve International Tribune’da 2004’ün Aralık ayında yayımlandı.) köşe yazarı olarak çalıştığım Akşam gazetesi ve bazı başka gazetelerin köşe yazarları tarafından şahsıma linç uygulandığı ve özel hayatımın dokunulmazlığı saldırıya uğradığında anaakım medyadan sadece iki kişiden, Ersin Kalkan ve Tuğrul Eryılmaz’dan destek geldi. Bu konuya ilişkin sadece Gündem ve Evrensel gazeteleri haber yaptı. Ercan İpekçi şahsında Türkiye Gazeteciler Sendikası, Celalettin Can şahsında 78’liler Vakfı Girişimi ve Eren Keskin şahsında İnsan Hakları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı kurumsal destek verdi, bir basın toplantısıyla protesto etti. Müteşekkirim.
Benzer bir durumu ise 1990 yılında Güneş gazetesinde Sokak dergisi ile koordineli olarak başlattığım ‘Zorunlu askerliğe hayır’ kampanyası sonucunda gazete toplatıldığında yaşadım. Kampanyanın ardında gazetenin bütün köşe yazarları ve yöneticilerinin hazır bulunduğu bir toplantıda gazetenin patronu Asil Nadir ile sert bir tartışma yaptım. Köşe yazarları ve yöneticileri beni bu toplantının ardından patronun gazeteden soğumasına yol açacağım korkusuyla kızağa almaya karar verdiler. O dönemde de sadece Ahmet Altan destekledi beni.
Bu iki kişisel örneği kırgınlıklarım sebebiyle vermedim. Kırgın da değilim zaten. Gazetelerin işleyişi, köşe yazarları ve orta kademe yöneticilerinin işlevi bu.
Tekrarlayayım: Tek tek sevdiğim çok köşe yazarı var gazetelerde. Hasan Cemal’i ise sahiden çok severim. Ama anaakım medyada köşe yazarlığının, bir kurum olarak köşe yazarlığının işleyişi ve işlevi de bu işte.
- Barikat, neşe, dans 08 Haziran 2013 07:22
- Konferansın ufkundaki yeni toplum 31 Mayıs 2013 10:35
- Süreç için bir öneri daha 20 Nisan 2013 09:37
- Heimatkrankheit ya da vatan hastalığı 07 Nisan 2013 05:27
- Chávez’e bakmanın bir yolu 10 Mart 2013 05:56
- Süreç ve strateji: Bir öneri 23 Şubat 2013 07:43
- Felsefeden gelen cevap 09 Şubat 2013 09:36
- Sağcı ve entelektüel 05 Ocak 2013 12:29
- Böyle geçti bir yıl Türkiye ömürlerinden 29 Aralık 2012 06:12
- Adam ve kızları 22 Aralık 2012 09:00
- Mahremiyet ve gösteri 15 Aralık 2012 07:50
- Anatomipolitikadan biyoiktidara salınan sarkaç 08 Aralık 2012 08:35