Zor barış!
Mart ayı adeta bir katliam anmaları ayına dönüştürülmüş durumda. 12 Mart: Gazi Katliamı, 16 Mart: Halepçe ve İstanbul Üniversitesi Katliamı, 28 Mart: Diyarbakır Çocuk Katliamı, 30 Mart: Kızıldere Katliamı…
Öncelikle bu katliamlarda hunharca katledilen yurttaşlarımızın ailelerine ve yakınlarına baş sağlığı diliyorum yeniden. “Bölücülük ve Terörle Mücadele” adı altında yapılan “operasyonların” hazin ve düşündürücü sonuçlarıdır bu üzücü olaylar. Daha vahim olanı bu katliamlarla hâlâ yüzleşmemiş olmamızdır. Katliamı yapanlar korunmuş ve kollanmış, deliller karartılmış ve aileler mahkeme kapılarında ve duruşma salonlarında adeta süründürülmüştür. Katiller değil ama anma etkinliklerine katılanlar cezalandırılmıştır. Geçen yıl yine bir ‘operasyon’ sonucu Roboski’de uçaklarla bombalanarak katledilen 34 yurttaşımızın durumu ortada! İnsanlık adına utanç verici bir durum yaşıyoruz bu konuda: TBMM’nin ilgili komisyonu ‘kasıt yok’ diyerek katilleri ve sorumluları aklamaya çalışıyor hâlâ!
Bu karanlık tabloyu ışıtan gelişme 21 Mart Diyarbakır/Amed Newrozunda gerçekleşti: A. Öcalan’ın mesajı okundu ve çözüm/barış dalgaları umutları çoğalttı. Şimdi, bu mesajı nefeslerini tutarak dinleyen binlerce umutlu insan hükümetin somut adımlar atmasını istiyor ve bekliyor. Hükümet her zaman olduğu gibi somut adımları çok uzun bir zaman aralığına yayarak olası seçimlerden güçlü çıkmayı hesaplıyor. Böyle bir beklenti yaratma, her şeyi karşı taraftan isteyip bir şey vermeme ve seçimde kazançlı çıkmaya endeksli barış/çözüm süreci yeni travmalara yol açacak gibi gözükmektedir.
İki hafta önceki yazımda; “Dolayısıyla barış ve çözüm süreci aynı zamanda bir tedavi (rehabilitasyon) süreci gibi işlenmek zorundadır. Bunun adımlarından biri kendimizden başlayarak yüzleşmektir. İkinci adımı Kürtler ve Türkler başta olmak üzere tüm farklı toplulukların, Aleviler ve Sünniler başta olmak üzere tüm farklı inançların eşit olduğunu kabullenmek ve her fırsatta dile getirmektir (deklarasyon). Üçüncü adım da ilk iki adımda edinilen deneyim ve kazanılan ruh haliyle toplumsal bir sözleşme yapmaktır (Demokratik Anayasa Yapım Süreci)” şeklinde bazı tespitler ve öneriler sunmuştum. Bu üç adımın atılması ve sürecin sağlıklı yürümesi için Terörle Mücadele Yasası, Polis Vazife ve Selahiyatları Yasası, Siyasi Partiler ve Seçim Yasasında acilen düzenlemeye gidilmesi gerekmektedir. Bu düzenlemeden sonra “geri çekilme süreci” daha rahat tartışılabilir.
Barış/çözüm konusunda şüpheleri ve olası baltalama girişimlerini elimine etmenin yolu, görüldüğü gibi hükümetin Meclisteki çabalarıyla kolayca açılabilecek durumdadır. Hükümet, zaman kazanmak ve süreci yaklaşan yerel ve genel seçimler sonrasına kadar mikro adımlarla ötelemek düşüncesinde olduğundan yersiz tartışmalar ve sabotaj girişimlerine açık zemin yaratmaktadır. Kısacası, hükümet sıfır riskle karmaşık bir süreci yürütmenin hesabı içindedir. Bu hesap hükümetin ömrünü uzatabilir, seçimde başarı sağlamasına yetebilir, ABD ve müteffiklerinin elini güçlendirebilir ama Türkiye’nin temel sorunlarına çözüm getiremez. Bundan barış süreci de çok kötü etkilenir ve bölgede süregelen çatışmalı ortamda ani bir sıçrama sebebiyle iç savaşa yol açabilir. O halde hesabımızı iyi yapmak zorundayız. Yarınları kazanmanın ve oluşan güzel atmosferi sürekli kılmanın anahtarı risk alarak bu zor süreci yönetme becerisi sergilemeye bağlıdır.
Evrensel'i Takip Et