Barış havarileri meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Her geçen günün ardından neredeyse “arapsaçı”na dönüştüğü için içinden bir türlü çıkamadığımız “Kürt meslesi”nin dönüp dolaşıp nihayetinde gelip dayandığı nokta, şu günlerde ayan beyan ortada!
Bu saatten sonra, yani “fes düştü kel göründü” gerçeğinden yola çıkıldığında, otuz sene daha bu meselenin aynı minvalde devam edemeyeceğini, dolayısıyla bu karmaşık gidişata “el birliği”yle son vermediğimiz müddetçe, bu diyarlarda maalesef rahat yüzü göremeyeceğimizi “yedisinden yetmişine” varıncaya kadar cemi cümlemiz eninde sonunda galiba anlamış olacağız ki, şimdilerde “çözüm” adı altında kollarımızı sıvadık!
Nitekim on dört yıldan beri İmralı’yı mekân tutmuş Öcalan’ın, kim bilir hangi “yetkili” zevatla yapılan “pazarlık”lar ya da yontulup hafifletilmiş deyimiyle “müzakere”ler sonucunda kaleme aldığı iki satırlık mektubunun Diyarbakır’da milyonların önünde, önce mahkeme zabıtlarına “bilinmeyen dil” diyerek tescil edilen Kürtçeyle, akabinde de bir zamanların “Güneş Dil Teorisi”nce tüm dillerin “ana”sı olduğu iddiasıyla yere göğe sığdırılmayan Türkçeyle okunmasının ardından, şu günlerde memlekette esen genel havaya bakılırsa, yine anlaşılan o ki, daha düne kadar “newroz” ile “nevruz” arasında sürdürülen bu sembolik “kan davası”nın pabucu dama atılıp, bunun yerine “barış” çubukları tüttürülecek!
Şimdilik silahların susmasıyla başlayan barış sürecinin, ilerleyen günlerde hangi safhalardan geçip, hangi takvim yapraklarının hitamında hangi ufuklara doğru yol alacağıyla ilgili sürüsüne bereket ifadelerin uçuştuğu bu ortamda; kimilerine göre en azından seksen yıllık “mayhoş” bir maziye, ya da yıllar yılı “Alavere dalavere Kürt Memo nöbete!” tekerlemesinde yerini bulan çarpık “tek”çi zihniyete rağmen, yine de şeytanın bacağını kırıp, böylece sulh ve sükunu yakalamak üzereyiz çok şükür!
Aslında sadece şu son otuz yıl içinde ülkenin dağlarında birbirlerini acımasızca boğazlayan gençlerimizin ardından yürekleri dağlanan analar bir taraftan ağlayıp gözyaşı dökerken, beri yandan aynı kör inatla sürdürülen bu “savaş”ın nihayet çıkmaz sokaklara saplandığını, dahası da tam da Ortadoğu’nun gülü, bülbülü olmayı hedefleyen bir “büyük” ülkenin hayaliyle yanıp tutuşurken, üstelik kapı komşumuz Suriye ile başımız beladayken, savunmamızı elin “gâvur”larına, onların “patriot”larına teslim etmişken, içimizdeki bu “kardeş” kavgasının ilelebet böyle devam ettiği takdirde, tam da ecdadımızın buyurdukları “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” gibi bir durumla karşılaşabileceğimizi geç de olsa fark edince, bu kez de sadece Evropa Birliği’nin değil, ondan çok daha mühim olan “barış yolu”un Diyarbakır’dan geçtiğini galiba bu son “newroz”la daha iyi anladık!
Şu günlerde kimilerimiz kendi meşrebimize göre barıştan yana laflarken, klasik olan deyimiyle bardağın “dolu” tarafını görmeyi, umutlarımızı buna bağlamayı tercih ederken, kimilerimiz de nedense illa da bardağın “boş” kalan kısmını öne çıkarıp, bir bakıma temkinli yaklaşıp, dolayısıyla gelişen süreci izlemeyi daha gerçekçi buluyoruz.
Öyle ya da böyle, her yiğidin kendine göre madem ki bir yoğurt yeme tarzı var; o halde tıpkı Molla Nasrettin gibi “Sen de haklısın! Sen de haklısın!” deyip herkese “mavi boncuk”dağıtmak birilerine sanki bir marifet, sanki bir hüner gibi gelebilir ama, özüme kalırsa barış, barış, barış diye milletçe paralandığımız bu günlerde; yola, gerektiğinde “baldıran şerbeti” içmekle çıkan başbakan Erdoğan’ın yanı sıra, keza ellerini taşın altına koymaktan dem vurup, bunu da yemin billah her fırsatta dillendirenler, şu ya da bu gerekçelerle, şu veya bu nedenlerle, daha da açıkçası “sudan bahaneler”le bu “barış umudu”nu, kişisel hesaplarla, oy kaygılarıyla heba edip, amiyane deyimiyle yan çizmeye kalkıştıklarında, belki de bir çuval inciri eskisine göre çok daha berbat mı ederler acaba?
Üstelik daha yolun başında bardağın “dolu” tarafını görüp, bu işe peşinen “alkış” tutanlar, böyle bir durum karşısında uğradıkları hayal kırıklığı yüzünden bu “barış havarileri”ni kolay kolay affederler mi, bunu da tabii ki bilemiyorum Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30