Alavere dalavere ile süreci götüremezsiniz
2013 Diyarbakır Newrozu Türkiye ve Kürdistan tarihi açısından yeni bir dönemin başlangıcı olarak tarihteki yerini almıştır. Yeni dönem, yüzyıllık ana sorun alanımız olan ve son otuz yıllık çatışmalı süreçte 40-50 bin insanımızı yitirdiğimiz Kürt meselesinin birinci çözüm enstrümanının silah olmaktan çıkarılıp demokratik siyasetin, yegane argüman olarak benimsendiğini ilan eden tarihi bir süreçtir. Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’da okunan Newroz mesajında silahlı mücadele döneminin bittiği açıkça ilan edilmiş, bundan sonra taleplerin siyasal mücadeleyle kazanılması yolunun benimsendiği vurgusu kesin bir dille ifade edilmiştir. Öcalan’ın bu tarihi çağrısı Kandil’den hemen karşılık bulmuş ve iki gün sonra Kandil ateşkes ilan etmiştir. Aslında demokratik mücadele perspektifi Kürtlerin yeni ulaştıkları bir strateji değil. Yıllardır vurgulanmakla beraber daima silahların gölgesinde kaldığı için görünür olamamıştır. Newroz’da silah ile artık hak aramanın terk edildiğinin ifade edilmesi demokratik siyasetin tek yol olarak benimsenmesi Kürt tarafının sorunun çözümündeki ısrarının bir ifadesi olarak ele alınmalıdır. Kürtler meseleyi çözme iradesini açıkça ortaya koymuş ve bunda ısrarlı olduklarını göstermişlerdir. Bu sırada hükümetten de son derece pozitif açıklamaların gelmesi, sürece olan inandırıcılığın artmasına ve her kesimde itidalli de olsa büyük bir umut doğmasına sebep olmuştur.
Öcalan’ın çağrısında anlaşılması gereken en önemli mesaj meselenin (Kürt meselesi) çözüm stratejisinin tamamen silahlı seçeneği dışladığını ifade etmekle beraber şu an ülke içerisindeki silahlı PKK’lilerin sınırlardan güvenli çıkışı için Meclisten önlemler alınması şartını içeriyordu. Yani Meclis sorumluluk almalıydı.
Ancak son günlerde hükümet çevrelerinde gelen açıklamalar ve bu süreçte basına yansıyan askeri hareketlilik, örgütün elindeki kamu görevlilerini salıvermesi sonrasında, dışarı çıkmaları beklenen KCK tutuklularının hâlâ büyük bir kısmının içeride tutulması, tutuklu vekil meselesi gibi konularda hükümet tarafından somut bir adımın gelmemesi, süreç hakkında yeni kaygıların doğmasına sebebiyet vermektedir. Meclisin sorumluluk almaması bir yana, siyasi iktidarın ‘Silahlarını bıraksınlar, nereye bırakırlarsa bıraksınlar, gömerler mi, mağaralarda mı bırakırlar, ne yaparlarsa yapsınlar, yeter ki silahsız çıksınlar’ dili son derece provokatif bir dildir. Bu dil iki açıdan sakattır. Birincisi, hükümetin meseleyi sadece silahlı güçlerin ülkeden çıkarılmasıyla sınırlı gördüğü algısı yaratmaktadır. Oysa Kürt meselesinin bir tarafı ellerin tetikten çekilmesi ve silahlı PKK’lilerin sınır dışına çıkmasıysa diğer tarafı sorunun temelinde yatan nedenleri ortadan kaldıracak, sorun alanlarına yönelik hukuki, siyasi ve kültürel reform programlarının hazırlanıp hayata geçirilmesidir. Siyasi iktidar bu konuda tek kelam etmemektedir. İkincisi, ‘Güvenlik güçleri elinde silah olan militanlara müdahale eder’ gibi bir söylem süreci provokasyona açık hale getirecektir. Çekilme sırasında tek bir kayıp bile telafisi mümkün olmayan sonuçlar yaratabilir. Bu dil sınır dışına çıkışın ertelenmesine, hatta belki de sürecin tıkanmasına neden olabilecek bir dildir. Nitekim bu açıklamalardan sonra KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, ‘Siyasi iktidarın ifade ettiği gibi bir çekilmenin gündemlerinde olmadığını’ açıkladı.
Siyasi iktidar bu süreçte ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçları daha önceki deneyimlerde olduğu gibi alavereyle dalavereyle yine Kürt tarafının üstüne yıkar, bu işten sıyrılırım diye düşünüyorsa büyük yanılgıya düşecek demektir. Zira bu sefer, durum öncekilerden farklı olarak Kürt tarafının çözüm ısrarı ve kararlılığını Kürt halkı nezdinde ancak bu kadar olabilir noktasına getirmiştir. Siyasi iktidar acilen bu provokatif dilden imtina etmelidir. Bundan sonra yeni bir süreç olmayacaktır. Dolayısıyla süreçte siyasi iktidarın net bir tavır alması, alaveresiz-dalaveresiz yaklaşması gerekir. Artık alavere-dalavere ile sürecin götürülemeyeceği bilinmelidir. Karşılıklı adım atarak, iki tarafın da hassasiyetlerini gözeterek süreç yürütülmelidir. Her toplumsal kesim, süreci Türkiye’nin bir bütün olarak demokratikleşmesi olarak okumalı ve bu anlamda sorumluluğunu yüklenmelidir. Demokratik siyaset stratejisinin, Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı temel insani hak ve özgürlüklerinden vazgeçmesi anlamına gelmediği bilinmelidir.
Evrensel'i Takip Et