04 Nisan 2013 09:52

Emek, yıkım ve içindekiler

Emek, yıkım ve içindekiler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sinemaydı, festivaldi, insan bunları neden önemsesin bir yandan. “Binalara takılmamak lazım” diye yazdı, İstanbul Film Festivali’nde ücretsiz dağıtılan gazetenin yazarı. Kendi adını “deki” koyup her konuya girip çıkarken, insanların binalardan daha önemli olduğu gibi dahiyane kıyaslar yumurtluyor. Sinema yazarlarının ustası Atilla Dorsay Emek’in yıkılmasına yazarlıktan emekli olarak tepki göstermek isterken, ondan yenilenebilen ve yenilenemeyenler üstüne sonuçlar çıkarıyor. Yenirse.
Salonlardan, festivalden, sinemadan söz etmenin önemsizliğine rağmen, İstanbul Film Festivali’nin 32’ncisinin tutuk ruhu insanı konuşmaya çağırıyor, sinemayla ve sanatla ilgili birçok meseleyi bir araya getirerek. Daha ilk günlerde festival seyircisinin elini kolunu nereye koyacağını bilememesinin ana sebebi, salonsuzlukla gelen dağınıklık. Emek’in yıkılması ya da isterlerse “taşınması”, ya da son gözdeleri “yerine daha iyisinin yapılması” bunun en belli başlı parçası elbette. Ama her geçen yıl Beyoğlu’da bir iki sinema salonu eksildikçe, bugünkü manzara, iki Beyoğlu, iki Nişantaşı, bir Ortaköy, bir Kadıköy sinemasına yayılmışlık oldu. Daha çok semtin sakinine hitap etmek uzaktan cazip görünür belki ama bir salondan çıkıp diğerine gidecek vaktin bulunamaması, gösterimler ve diğer etkinliklerin katılımcılarının bir araya geldiği bir merkezin artık var olmaması, ortada bir festival olup olmadığını bile sorgulatır hale geliyor. Olan bitenin özü bu.
Çünkü festival, bazı sinemalarda bazı kayda değer filmlerin gösterilmesi değil, bunun sistemli, programlı, birbirine bağlanan bir etkinlikler dizisi, bir kültürel alışveriş, kolektif bir seyir ortamı yaratabilmesi demek. Emek Sinemasının simge haline gelmesinin de, yokluğunun seyirciyi ortada bırakmasının da esbabımucibesi bundan başka bir şey değil. Meseleyi kolonuna, kirişine, duvarına hayran olmakla ilgili sananlar, sinemadan sokağa çıkmanın ne demek olduğu üstüne düşünme zahmetine katlanmadılar zaten. Beyaz perdedeki ışık gölge gösterisinin, hayatı aydınlatmakla bir ilgisi olmaya devam edecek, onlara rağmen.
Festivalin bu yıl öncekilere göre zayıf görünmesinin bir sebebi de, biraz bu yılın hasadıyla açıklanabilir. Bunun özel bir nedeni yok belki, son aylarda dünyanın dört bir köşesinden birbirinden enteresan filmler çıkmamış olabilir, bu seferlik de böyle olur. Ama festivalin yeni filmlere ağırlık vermekteki ısrarı, programın geneli için bir sıkıntı anlamına geldi, böylece. Önceki yıllarda daha geniş yer kaplayan retrospektifler, özel gösterimler, ustalar bölümleri giderek sınırlanınca, yenilerin renksizliğine mahkum etti kendini. Klasik filmler artık sadece festivallerde ulaşılabilen hazineler olmayabilir, ama bu festivallerin eğitici ve kazandırıcı işlevinden emekli olması anlamına neden gelsin? Eski salonlar, eski filmler festivalde bile ulaşılmaz olmamalı.
Yoksa binanın yerine yenisi yapıldığı gibi, film dediğin de bir yerlerden bulunur, izlenir. Konunun bir kolektivite, bir alışveriş, bir ruh meselesi olduğuysa, Emek’i saran paravanların önünde pazar günü bir daha hatırlanacak.
Festivalin açılışını yapmak üzere geçen pazar Emek’in içine girdiğimizde, ortada “daha iyisi” için uğraşan kimsenin olmadığı o kadar açıktı ki, beklenebileceği gibi. Bir inşaat sahası bile sayılmayacak binada, yıkmanın, dökmenin, kırmanın, onu bile planlayarak yapmamanın izleri yoktu sadece. Bir de her yaştan sinema severin salonu korumak, onun olana sahip çıkmaktaki ısrarı vardı. Yıkımı inkar edenlere “Bu yıkımda asıl kurtarılması gereken içindekilerdir” dedirten “içindekiler”in söyleyecekleri daha bitmedi.

evrensel.net Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa