İniş çıkışlarla dolu yaşam. Bazen sorunsuz geçer günler, dümdüz bir ovada yürür gibi. Bazen güçlüklerle boğuşur insan, soluk soluğa tırmanırcasına dağları… Bazen de bir tepeden düşer gibi iner tepe takla yükseklerden aşağı…
İniş çıkışlarla dolu yaşam; dümdüz bir yolda ilerler, bazen yokuş tırmanır, bazen de yokuş aşağı iner insan; tıpkı doğada olduğu gibi…
Yaşam çeşitliliklerle doludur. Bazen kapkara bir bulut gibi çöker acılar, sıkıntılar; bazen de şiddetli bir sağanak siler götürür acıları, kötülükleri… Bazen solgun bir gün ışığıyla gelir umut, bazen de güneşin bütün ışıklarıyla yıkanmış gibi pırıl pırıl bir sevinç kaplar içimizi…
Yaşam çeşitliliklerle doludur ve bu çeşitlilikle sonsuzluğa akar sürekli, tıpkı doğadaki gibi; kışın karanlığını ilkyazda filizlenen umutlar izler. Sonra yine kış gelir, sonra yine bahar olur ve sonsuzluğa akar yaşam.
İnsanlık tarihi boyunca, yaşamı savunma mücadelesi de iniş çıkışlarla süregelmiştir. İnsanların yoğun acılar çektiği karanlık dönemlerde önce solgun bir gün ışığı gibi tek tek kahramanlar doğmuş, sonra birleşmenin gücünü öğrenmiştir insanlar. Birleşip hep birlikte karanlığın üstesinden gelmişlerdir tıpkı bir sel gibi katıp önlerine kötülükleri… Sonra yine egemenlerin baskıları, savaşlar, acılar, sömürü, yoksulluk… Sonra yine umut, mücadele özgürlük… Tıpkı açık denizlere akan bir ırmak gibi, hep öğrenerek değişerek sonsuzluğa akıyor insanın yaşamı ileriye doğru dönüştürme mücadelesi…
Günümüzde de yaşamdaki acılar, baskılar, savaşlar, yoksulluk ve sömürü yine sürüyor… İşçiler, emekçiler, kadınlar, çocuklar, ezilen halklar yoğun acılar çekiyorlar… Ne ki artık yaşamı bilinçle algılayan insanlar, bin yılların verdiği deneyimle, birleşip mücadele ederek acıların üstesinden gelebileceklerini, yaşamı değiştirip dönüştürebileceklerini biliyorlar. Baskıya, sömürüye, ayrımcılığa karşı sınıf mücadelesini, yaşamı savunma mücadelesini güçlendirmeye çalışıyorlar. Bu mücadelede kullanılan, kullanılacak dil çok önemlidir. Acı çekenlere, ezilenlere onların içinde bulundukları acıları, ıstırapları ve kederleri yeniden ve yeniden anlatmak onları umutsuzluğa sürükleyip mücadele güçlerini azaltabilir… Buna karşın acılara, baskılara neden olan toplumsal koşulları, emek sömürüsünün kaynağını, toplumsal çelişkileri, bu koşulları değiştirmek için bir araya gelmenin gücünü anlatmak yaşamı değiştirip dönüştürme konusunda insanlara bilinç, umut ve direnç verir…
Ne var ki günümüzde farklı diller kullananlar da var; düşüncelerini, yaşam biçimlerini açıkça ya da dolaylı olarak dışa vuranların dilleri… Baskı ve sömürünün sürmesinden beslenen egemenler ve onlardan yana olup tarihin tekerleğini geriye çevirmek isteyenlerin dili. Olup bitenlere sessiz kalıp “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın,” diyenlerin dili… Bir de olup bitenlerden rahatsız olmalarına karşın yalnızca yakınan ya da mücadele edenleri sürekli eleştirenlerin dili… Tıpkı Ozan Bertold Brecht’in Çare Bulmasını Bilmeyen şiirinde ifade ettiği insanlarınki gibi… Şair, onlara şu dizelerle seslenmiş:

“Sokakta yatarken evsiz barksızlar
Nasıl olur da
Adaletin sesi evlerden gelir?

Açlara açlığın nasıl yok edileceğini
Öğretmeyen
Düzenbaz değil de nedir?

Aç olana ekmek vermeyen
Şiddete başvurulsun istemektedir

Denizde boğulanı
Cankurtarana almayan
Yoksundur acımadan

Kapasın çenesini
Çare bulmasını bilmeyen…”

Bizim dilimiz; yaşamdaki sorunları tekrar tekrar anlatmak yerine, bu sorunları birleşip örgütlenerek değiştirebileceğimizi anlatan bilinçli, umutlu bir dildir… Emekçilere, ezilen kesimlere kendi değiştirme gücünü, yaşama sevincini, umut ve direnci duyumsatıp seçenek gösteren, çare bulan bir dil…

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et