Barış misyonerleri meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Önce ecdadımız Osmanlı’nın son padişahını, akabinde de halifeliğin defterini dürüp rafa kaldırdıktan sonra, bunun yerine “kanla-irfanla” kurduğumuz cumhuriyetin ilk günlerinden itibaren, okullarımızdaki bebelere varıncaya kadar tüm öğrencilere “ Bugün 23. Nisan; neşe doluyor insan. Kamutay bugün doğdu, salatanatı boğdu” şarkısını rap, rap, rap, “sert adımlar”la öğrettiğimiz o günlerin ardından köprülerin altından boz bulanık hayli sular akıp gitti nitekim!
Nitekim ecdat mecdat dinlemeyip, saltanatı dehleyen “ulu önder” ve “milli şef” döneminin bilumum kadrolarının, hiç zaman kaybetmeden bir an önce “muasır medeniyet”i yakalamak için verdikleri tüm uğraşların, bu uğurda sarfettikleri emeklerin hangi safhalardan geçtiğini de; orta ve liselerde okutulan Emin Oktay’ın, keza üniversitelerimizde de, “inkilap tarihi” kitaplarından sular seller gibi ezberletmeyi de ihmal etmedik!
“Şanla, şerefle” dolu olan “milli tarih”imizle bir taraftan övünürken, beri taraftan da zamanla, daha da doğrusu mazide kalan yıllar boyunca, hep aynı kararlılıkla “Türk önde, Türk ileri!” marşıyla yolumuza devam etmeyi, keza yine “milli görev” belledik!
Sonra?..
Sonra, bugün yarın derken, nihayet cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlayacağımız 2023 tarihini iple çektiğimiz şu sıralarda; gari nerden nereye akıl edip, veya kazara da olsa geride kalan tarih sayfalarını karıştırdığımızda, daha önceleri ecdatlarımız tarafından “altın harfler”le yazıldığını iddia ettiğimiz bu sayfalar arasında karanlıkta kalmış, veya “milli hassasiyetler”imizin labirentleri arasında saklanıp gizlenmiş kimi tadsız-tuzsuz olaylara toslayınca, bu kez de karşı karşıya kaldığımız bu acı gerçekleri ya görmezlikten geldik, ya da “inkar” etmeyi denedik!
Ama olmadı! Mızrak çuvala sığmadı!
Çünkü bir zamanlar, yani daha henüz ortalıkta cumhuriyetin esamesi bile okunmazken, “yedi düvel”e karşı kıran kırana el birliğiyle savaştıktan sonra “ulus devlet”in kurulmasını birlikte gerçekleştiren “unsur”ların bir kesimini nedense yüceltip “asli”, diğerlerini de yine ne hikmetse “tali” grubuna dahil edip, böylece tıpkı “harç bitti yapı paydos!” dercesine, tarihin bu sayfalarını kapatmayı marifet belledik!
Üstelik yabancı diyarlardan gelen elin “kefere”lerine karşı aynı cephede savaşıp kimisi “şehit”, kimisi “gazi” olan Müslüman Osmanlı askerlerinin yanı sıra, aynı siperlerde yan yana savaşan Rum, Ermeni, Musevi, Süryani erler veya yaralıları tedavi etmeye çalışan çoğu da doktor olan bu zabitlerin de bir kısmı bu “er meydanları””nda kanlarını döküp “öte taraf”a gittiler ama, geride kalanların “vatan” için verdikleri bu “hizmet”ler, daha sonraları, yani cumhuriyetin yeşerip serpildiği yıllarda sadece unutulmadı, dahası da İttihat Terakki’nin “tek”çi zihniyetinin gadrine uğrayıp “azınlık” olmanın ceremesini yıllar yılı çektiler…
Pergel, gönye, iletki, cetvellerle “kobay” misali ölçülen insanların yanı sıra, aynı minvaldeki “ilmi” çalışmalarla kafataslarının “secere”siyle ilgilenen bu “çağ dışı” zihniyetin tortusundan bir türlü kurtulamayanların, zaman tünelinde kendi “tekel”lerine aldıkları bu “asli” unsur babalanması, memleket sathında giderek “özde”, “tali” unsurlar da “sözde” vatandaş kimliklerine bir bakıma dönüşüp, maalesef bu bapta “tescil” edildiler!
Aslında ceplerinde taşıdıkları kafa kağıtlarına ve yürürlükteki anayasa gereğince, hepsi de hem T.C. damgalı, hem de elhamdülillah “birinci sınıf” vatandaş oldukları için Devlet Baba’nın indinde hesapça “eşit yurttaşlar” kategorisindeydiler ama, pratikte, güncel hayatlarında kazın ayağının hiç de böyle olmadığını kimi olaylar karşısında sadece görüp yaşamadılar, aynı zamanda da gerek asimilasyon politikalarıyla, gerekse inkar veya “öteki”leştirme zincirinden bir türlü kurtulamadıklarına da ister istemez şahit oldular…
Ve yanlış hesapların Bağdat’tan dönüp geldiği şu günlerde, özellikle otuz yıldan beri sürüp giden, adıyla sanıyla nihayet “Kürt meselesi” olarak karşımıza çıkan bu “savaş” ortamının, “sulh”a dönüşebilmesi için kolları sıvayıp “çare” aramaya başladık…
Hepsi de bu coğrafyanın, bu ülkenin insanları olan kimi“akil” zatların, bu “barış misyonerleri”nin, Devlet Baba’mızın bizatihi kendi eliyle, daha da doğrusu “yamuk” zihniyetiyle yine bizatihi kendi vatandaşları arasına şu ya da bu cavalacoz gerekçelerle, “milli” duygularla serptiği “nifak tohumları”nı ellerindeki çalı süpürgeleriyle silip süpürüp, temizleyip temizlemeyeceklerini, Muhterem Başbakanımız Erdoğan’a sunacakları “rapor”lar sonucunda hep beraber izleyip, dolayısıyla ülke sathında “hal ve ahvalimiz”in hangi kulvarlara doğru yelken açtığını, geç kalan Tatar ağaları misali bu saatten sonra milletçe göreceğiz Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30