12 Nisan 2013
DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

Doğup büyüdüğü sokağı hatırlayan var mı? Sonrasında gidip gören?
Hadi bizim kuşağı geçtim; özellikle büyük kentlerde aynı evde ortalama kaç yıl yaşayabiliyor insanlar? Resmi kayıtlara kalsa; yarının biraz fazlası “ev sahibi” görünüyor. Öyle mi sahiden?
Hem AKP’nin “büyük inşaat hamlesi” nasıl değiştirecek bu rakamları? Kendi evinde “borçlu” konuma düşmeyecek mi milyonlarcası?
İlk sorumuza dönelim; benim büyüdüğüm sokağın ortasından bir bulvar geçeli epey oldu. Evlerin hemen hepsi yıkıldı ya da yıkılacak. Okul yolunda dalından meyve yediğimiz bahçelerde yüksek binalar yükseliyor çoktandır. Hepi topu kaç yıl oldu ki?
Büyüyoruz öyle mi? Yıkıp yeniden yaparak mı?
Binaların katlarının yükselmesi eşittir ülkenin yükselmesi mi acaba?
Hadi işin “yık yap, işlem hacmi olsun” ekonomisi bir tarafa; hafızamız ne olacak?
Birkaç yıl gitmediğinde değişen kentler, birkaç ay uğramadığında yerinde bulamadığın kafeler, sinemalar, kitapçılar...
Nasıl şehirlerde yaşıyorduk biz? Nerelerde geçiyordu ömrümüz?
Hadi yeni yetme gençleri geçelim; İstanbul’un ilk alışveriş merkezi açılalı kaç yıl oldu? Ve bu kadar kısa süreden bütün ülkeyi nasıl kaplayıverdiler?
“Tutmaz, abi bu Türkiye’de...” denilmedi mi; “Dükkan boş, yaptı ama satamıyor” demediler mi, en büyüğü için... Sonuç?
Mantar gibi... Hayır, “kültür mantarı” değil bu, bildiğin “zehirli mantar”.
Sağlığa da, kültüre de zarar...
Başının üstüne gökyüzü yerine beton kafes taşıyor bu binalar, Pazar yerleri gibi değil... Dükkanları sıralı olduğu “merkezi caddeler” gibi hiç değil... Sineması sinemaya; dükkanı dükkana benzemiyor. Başka türlü bir şey...
Sinemaya gitmek için bilmem kaç mağaza vitrini görmeni zorunlu kılan sistemin amacı belli değil mi? Toprağı, yeşili hadi geçtik; oksiyeni bile klimadan gelen koca koca yapılarda ne umar bulacağız?
Tamam zaten yeşil yok, ağacı pek az görüyoruz, doğru... Ama hiç değil Taksim’in ortasında bir bankta oturmak mümkün... Bir ağacın altında çimlere uzanmak da... Şimdilik...
Hatıralarımızda yer etmiş sinemaya gitmek; “Evet bu kentte yaşıyorum, bu kenti seviyorum” diyebilmek mümkün, şimdilik... Nereye kadar?
AVM içindeki sinemaya gitsen; aynı hissi verir mi? AVM’lerde sağa sola konulmuş banklar, tutar mı ahşap bankın yerini... Şiir okusan o bankta; adresine ulaşır mı; uzun sözün kısası...
İnsan bu, unutur... Bunu da unutur, bu da geçer... “Neler neler geçmedi ki...” diyor o ünlü pop şarkısı... Doğru...
Geçiyor da zaten... “Büyüyen Türkiye”, kendi tarihini, kültürünü, değerlerini yiyerek büyüyor. Yok ederek... Önünde duramadığımız, engelleyemediğimiz bu aslında... O yüzden; hiç değil üç beş hatıra için bunca çaba... Bunca gaz yemek...
Bir kere kâr üzerine kuruldu mu sistem; bırakın hatıraları, insan yoktur orada artık... Tarih yoktur, kültür yoktur...
Bir şirketler vardır, bir de tüketiciler... Tüketici biriktirmez, tüketici hatırlamaz, tüketici yaşamaz. Satın alır ve tüketir. Taksit yapar, kampanya bekler, indirim bekler... GDO’lu muymuş, değil miymiş yediği pirinç, onu bile bilemez. Ömür törpüsü yerde çalışarak kazandığını, ömür törpüsü başka bir başka yerde tüketir.
İnsan değildir, emekçi hiç değildir...
Sahi, emek neydi? Aydın Çubukçu’nun bir yazısına attığı başlık gibi, ne zaman “kentin kiri pası” oldular. Çalışmaya varlar; yaşamaya yok. Bilmem hangi resmi tabeladaki TC’nin derdine düşer de; kendi adının yok sayılmasını umursamaz bazen...
Uzun ettik yine...
Bugün Taksim Gezi Parkı’nda eylem, şenlik var; yarın Emek Sineması önünde... Öbür gün kimbilir nerede? “Büyük inşaat hamlesi”nin molozu sayılmasın diye hayatlarımız, hatıralarımız...
Sahi, neydi emek?

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et